29 Ocak 2023 Pazar

RS2 SPOR AYAKKABI HİKAYESİ

ankara'nın kasvetli, gri ve şimdikinden çokça soğuk olduğu yıllara denk gelen çocukluk dönemi sancılarımdan biridir.

tarih, tahminen ortaokul dönemime denk gelen 80li yılların son dönemleridir.

ilkokulda herkesten farklı olarak giydiğim, rengi siyahtan çok grinin tonlarını barındıran ilkokul önlüğümden sonra, çocukluğumda iz bırakan bir diğer şey ise rs 2 spor ayakkabıdır. hangi marka olduğunu bilemiyorum. çünkü ayakkabıya dair hatırladığım şeyler; üzerinde rs ıı sport yazısı olan lacivert renkte, tabanının deseni çok değişik ve etkileyici olan bir spor ayakkabı olmasıydı.

ortaokula başladığımda yine herkesten farklı olarak lacivert ceket yerine siyah kadife ceket giyerdim. farklılık olsun diye değil, garibanlıktan tamamen. okul müdürü ve müdür yardımcılarının ilk bir kaç hafta uyarılarına ve kimi zaman istiklal marşı töreni sonrasında tokatlamalarına rağmen siyah kadife ceket giyme ısrarından vazgeçmeyen beni ıslah etmek adına velim okula çağrıldı. oysa ki ceketimden dolayı azar ve tokat yediğimi anneme hiç söylemedim. neden böyle yaptım aslında farkındaydım ama o zaman bunun bir sorun olmasını istemiyordum. belki de bu nedenleydi. annem artık müdürle ne konuştu bilemiyorum fakat o günden sonra kimse ceketime karışmamıştı. sanıyorum ki kazanan yine garibanlık oldu. neyse siyah kadife ceket konusu, bir başka entryde konuşulacak kadar da derindir aslında.

ortaokul günlerine ufak tefek ve biraz da garibanlıktan kaynaklı ürkek bir çocuk olarak adım atmıştım. ankara'nın meşhur ortaokullarından biri. ankara altındağ ilçesine bağlı anafartalar caddesi üzerinde yer alan atatürk ortaokulu. teneffüslerde kantinden tost ve ayran alıp yemenin elit zümreye ait bir hareket sayıldığı dönemler o zamanlar. orta sınıf en fazla alsa alsa kantinden simit alırdı teneffüslerde. bense öylece bakardım. bahçenin bir köşesinde kendi halinde gezeleyen bir çocuk olarak. ablam da aynı ortaokula gitti. benden iki sınıf üstteydi. ablalık vazifesi nedeniyle mi yoksa koruma içgüdüsüyle mi bilemiyorum teneffüslerde bana tost istermisin diye sorardı hep. annemin ekmek parasından artan paraları verdiğini bilirdim. ablamın da biriktirdiğini. işte o biriktirdiği paralarla bana tost ısmarlamak isterdi. ama ben istemedim hiç. evden konan şeylerle karın doyurmakla idare ederek okula devam ettik.


günlerden bir gün beden eğitimi dersi ngeldi çattı. sportmen bir beden hocamız vardı. ilk ders olduğu için beden dersine gereken malzemeler konusunda bilgi verdi. özellikle eşofman ve spor ayakkabısı olmayan dersime gelmesin diye de uyardı. müdür ve yardımcılarını takmayan ben, bu duruma açıkçası kıllanmıştım.

o akşam eve geldiğimde anneme söyledim durumu. eşofman var oğlum dedi. spor ayakkabısı da alır baban diyerek ekledi. bu zamana kadar hiç spor ayakkabım olmamıştı bu arada. ertesi günlerde annem eski pijama türünde bir şeyi eşofman olarak bana getirip giydirdi. üstüme olmuş gibiydi ama aynaya baktığımda komik gelmişti. umarım okulda diğer çocuklara da komik gelmez dedim kendi kendime.

geriye spor ayakkabısı mevzusu kalmıştı.
babam o gün ve sonrasındaki günlerde işe gidemedi. daha doğrusu iş bulamadı. mesleği boya badana işleriydi. iş bulamadığında keyfi olmaz, susar ve düşünürdü. bu nedenle olması muhtemel ki annem spor ayakkabı konusunu o hafta hiç söyleyemedi.

sonraki beden dersinde kırmızı naylonlu pijama görüntüsünde eşofman ve altında klasik ucu delikli, yağmurlu havalarda su alan kunduramla hazırdım. hocamız ikinci ders olduğu için kontrol yaptı doğal olarak. benimle birlikte sorumsuz olarak nitelediği birkaç arkadaşımı ayırdı. ders boyunca bahçenin kenarından bekleyecektik. cezamız buydu. suçumuz ise sorumsuz olmaktı. halbuki o arkadaşlar olarak biliyorduk ki suçumuz sorumsuzluk değil garibanlıktı. amma velakin bunu dile getirmek , o yaşlarda bile gururumuza zor geliyordu. bu nedenle hepimiz sustuk. ama ağrıma gitmişti. herkes top oynarken kenarda beklemek.

o günün akşamında, babam eve geldiğinde spor ayakkabı konusunu ben açtım. babamın yüzü düştü, şekilden şekile girdi. sonra alırız gibi bir şey dedi sanırım. sonraki beden derslerinde kunduralı çocuk sayısı azalmıştı. iki kişi kalmıştık. hocamız güzelce de lafla dövmüştü ikimizi. sorumsuzlar, ayakkabıyı evde unutmak ne demek! kendinizi unutun evde! laflarını bir güzel yiyip bahçenin karşısında foto rıdvan ve süs düğün salonuna bakarak beden dersini geçirdik.


aslında sıkıntı spor ayakkabımın olmaması değildi. sıkıntı onurumun kırılmasıydı. bu sorunu artık babamla çözmeliydim. nasıl da umrunda olmazdı? o babaydı. alacaktı tabi.

yine o günün akşamında babama söyledim. yüzü asıldı, gerginleşti. annem araya girerek beden öğretmeninin çok sıkıştırdığını söyledi. babam oflaya poflaya tamam alırız diyerek konuyu kapattı.

o haftasonu bayağı çok mağaza dolaştık. bir sürü spor ayakkabı beğeniyorum, giyiyorum. çok rahat, yani böyle bir rahatlık yok. ilk defa spor ayakkabım olacak. müthiş bir şey. ama her ayakkabı deneyişim ve bu rahat oldu dememin arkasından başlayan sıkı pazarlıklar bir türlü olumlu sonuçlanmıyor olmalı ki, her mağazadan elimiz boş çıkıyoruz. artık babamın ayakkabı almasından ümidi kesmiş halde ve yorgunluktan bitik haldeyim.

konya sokağa gidiyoruz babamla. akşamın son demleri. dükkanlar yavaş yavaş kapanmaya başlıyor.

spor ayakkabısı dolu vitrini olan bir dükkana giriyoruz. ayak numaramı söylüyor ve modellere bakıyoruz. ve işte o muhteşem an geliyor. rs 2 sport, o vahşi endamı ile orada bana bakıyor. tabanlarındaki o değişik desene resmen aşık oluyorum. bir ayakkabı değil sanki benim gözümde bir süper kahramanın en önemli silahı gibi oluyor o anda.

buna bakalım diyorum tezgahtara. ayağıma uyacak modeli veriyor. hemen bir çırpıda giyip yürüyorum. ama yürümek değil sanki uçuyorum. yere basmıyorum sanki bir başka zeminde belki havada yürüyorum gibime geliyor.

bunu alalım baba diyorum ama arsızcasına.
ve her zamanki aşama başlıyor. geniş masasında oturmasından patron olduğunu anladığım şişman orta yaşlı adamla babam pazarlığa giriyorlar.

rahmetli şu fiyata olmaz mı diye başlıyor her laf arasında. babam konuştukça adamın yüzü asılıyor iyiden iyiye. ne konuştuklarını duyuyorum ama rs2 sport ayakkabının heyecanıyla anlamıyorum da aynı zamanda. önemli olan şey, onların benim olması.


babam iyiden iyiye ısrar ediyor o esnada. pazarlık kızışmış belli ki. ama bu sefer olacağını hissediyorum sanki. oturduğum yerde ayağımdaki ayakkabılara bakarken beynimden vurulmuşa dönüyorum bir anda.

"al tamam. lanet olsun"

kim dedi bu lafı? kime dedi? anlamaya çalışıyorum bir anda. ayakkabı aklımdan uçup gidiyor bir anda. kafamı kaldırıp ikisine bakıyorum. patron sinirli ve gergin. eliyle kovalar gibi işaret ediyor.

"al tamam. lanet olsun"

babam kıpkırmızı ve gergin. yumrukları sıkılı. bana bakıyor. çıkar oğlum gidiyoruz diyor. bir çırpıda kendi kunduralarımı giyiyorum. babam elimi gayri ihtiyari sıkarak dükkandan çıkıyoruz.

henüz daha bir kaç adım atmadan tezgahtar arkadan kosarak geliyor. gel bey amca. yanlış anladın sen. hem çocuk da beğenmiş.

babam bir bana bakıyor bir de dükkana. hala kıpkırmızı hala sinirli. kalsın sağol diyor ama benden tepki bekliyor bir taraftan da. bana bakıyor sürekli. almayalım boşver baba diyorum. elimi sertçe çekerek dükkana giriyoruz tekrar. bir daha dene oğlum diyor. sıkmasın ayağını sonra diyor. biliyor ki sonra ayağımı sıkarsa gelip değiştiremeyeceğiz. yok baba iyi oldu diyorum.

babam başı önde güya benimle ilgileniyor ve ayakkabı ile. ama aslında başka dünyalarda.

tezgahtar paket yapıyor hemen ayakkabımı. cebinden çıkardığı parayı masaya koyuyor babam. allah razı olsun. hayırlı işler diyerek dönüyor gerisin geriye. bereket versin diyor şişman patron.

elimde yeni ayakkabı, yüreğimde yeni hüzünlerle birlikte eve varıyoruz. o kısacık yol, bir anda belki de dünyanın en uzun yolu haline geliyor benim için. babam sinirli, babam gergin, elimi farkında olmadan sıkmasından biliyorum. hiç konuşmuyoruz yol boyu. eve bir kaç yüz metre kaldığında bana dönüp güle güle kullan oğlum diyor. dikkatli kullan eskimesin demeyi de ihmal etmiyor.

hey rahmetli güzel babam,
bilmiyorsun ki o ayakkabı eskimesin diye hiçbir beden dersinde futbol oynamadım.
üzeri toz olduğunda mahallemizin girişindeki belediye çeşmesinden aldığım suyla ve ellerimle sildim o ayakkabıyı.
beden dersinde sonra bile eve dönerken hep düz yollardan eve geldim. altı eskimesin diye. taşlı yollarda bile hiç yürümedim babam. eskimemeliydi çünkü.
çünkü o ayakkabı, senin yüzünün suyunu dökerek aldığın bir ayakkabıydı.
o ayakkabı senin ve benim garibanlığımızın bir nevi dışa yansımasıydı.
her ne kadar çok sevmiş olsam da asla o ayakkabıyı kendimin olduğu hissi ile giyemedim. o şişman patronun laneti ile hatırlayarak giydim hep. benim olmayacak kadar değerliydi çünkü.
ve şimdi her spor ayakkabı alışımda gözümün önüne o rs2 sport gelir. o şişman patron gelir hatırama. muhtemelen ölmüştür o da babam gibi. allah rahmet eylesin yine de bey amca. hem sana hem babama.

not: iş bu entry, o zamana kadar ekşi sözlük yok olmazsa, yazarın ölmeden önce kendi çocuklarına devredeceği hesabından yazılan bir hatıra niyeti ile yazılmıştır.

not2: işin ilginç olanı ise bu acı hatırayı akşam akşam oturup yeniden yazmış olmam. sonradan bir de baktım ki, bunu ben daha önceden yazmışım. unutuyor insan demekki. kendini bile unutuyor insan. zamanın tozu kaplıyor üstümüzü azizim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder