6 Nisan 2021 Salı

YALNIZLIK VE YAŞAMAK

bilmecemsi bir zen hikayesi anlatılır: ormanda bir ağaç tek başına gürültüyle yıkıldı. ama kimse onun sesini duymadı. o ağaç gerçekten yıkıldı mı?


önemli bir soru.

max brod, kafka'ya sadık kalsaydı ve "ben öldükten sonra bunları yakmalısın" diyen en yakın arkadaşı kafka'yı dinleseydi kafka yazmış olur muydu?

bu fotoğrafa dikkatle bakalım. bir yalnızlık haberinin öznesi iki insan var bu fotoğrafta.

üç dört sene öncesinden bir haber bu.

aylardır kendileriyle hiç kimsenin konuşmadığı seksen yaşlarında bir italyan çift, sonunda bir akşam yalnızlıktan bunalıp hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. yaşlı çiftin sesini duyanlar, şiddete maruz kaldıklarını düşünerek polisi arıyorlar. gelen polislere "çok yalnızız, bizimle aylardır hiç kimse konuşmadı" deyip hallerinden şikayette bulunuyorlar. polis onların evine gelip spagetti pişiriyor, beraber yiyorlar.

eğer bizim hikayemizi işitecek bir kulak, işitecek bir kalp olmazsa, varlığımızı teyit edecek bir öteki olmazsa bir anlamda yokuz demektir.

yokuz demektir! yokuz!

bazen insan yazısını okuyacak bir insan arar. bazen bir akşamüzeri balkonda bir satranç maçı yapacağı birisini arar. ona anlattığı hikayelerin yansımalarını izleyeceği bir öteki yüz...

ali ural yazdığı bir mektubun son cümlesinde dostuna şöyle soruyor:

"kitabımı okudun mu?"

çok önemli bir soru.

çok çok önemli.

bir hikaye anlatırız. bir hikaye yazarız. yazarız çünkü hikayemizi işitecek bir kulak ararız.

- kitabımı okudun mu?
- ...

işte böyle. ve sesi bir boşlukla yankılanan şair bir şiirle dile getirir yıkılan ağacını.

"yıkılan ağacını!"

bunun içindir ki şair valery böyle anlatmıştır şu dizesinde yalnızlığını:

"rüzgar uyandı... artık yaşama zamanıdır. kitabımı bir geniş meltem açıp kapatır."

"dört mevsimde de hafif bir rüzgar sakinleştirir kalbi."

demek valery "kitabı mı okudun mu?" diye soracak kimse bulamamış hayatında. demek hafif bir rüzgar sakinleştirmiş dört mevsiminde de kendisini. demek kitabını bir rüzgar açıp kapatmış.

çok acı bir gerçektir şu:
bir hikaye anlattığımız zaman kendimizi seyredeceğimiz başka bir yüz bulabiliyorsak varız!

aslında bi şeyi itiraf edeyim: bazen ilgi çekmeye çalışıyorum. tabi ki ilgi çekmeye çalışıyorum! siz bakmayın ilgi çekmeye çalışmıyormuş gibi görünmeye uğraşanlara. hepimiz bir hikaye anlattığımızda karşımızdaki insanın yüzünde kendimizi seyretmek isteriz. esasında bunu söyleyenin kendisi de "ben de buradayım" deme çabasındadır. zaten hayat bir "ben de buradayım" deme ve sesini duyurma çabasından başka nedir ki? yaşamamız bir anlamda kocaman bir "beni dinleyin" cümlesi değil midir? hepimiz hayatın bizi dinlemesini istemiyor muyuz? daima onun dikkatini çekmeye, kendimizi ona kabul ettirmeye çalışmıyor muyuz? kendimizi ona dinletemediğimizde sıkılmıyor muyuz? üzülmüyor muyuz?

birçok ihtiyaç sahibi yalnız var. birçok derdini anlatamayan insan var. muhtaç insan diyoruz ya aslında hepimiz hayat boyu muhtacız. insan yüzüne muhtacız. her birimiz başkasının yüzünde kendimizi seyrettiğimiz zaman varız. anlattığımız hikayeleriz. insan sesini bir insanın duymasını ister. kendi varlığını birileri duysun ister. işitilmek ister. var olmamızın yegane temeli bir insan yüzünden geçiyor. hepimiz aslında kendimizi hikaye etmek ve işitilmek için yaşıyoruz.

bir şair, supervielle!
bir şiirine şöyle başlamış:

"kendini bildi bileli
mum ışığında okumaktı bütün zevki
sonra da ellerini ikide bir
alevin üstünde gezdirirdi.
emin olmak için
yaşadığına..."

düşünsenize, başkasının yüzünde kendisini okuyamadığı için midir bilinmez, artık kendi varlığından, yaşadığından emin olmak için ellerini alevin üzerinde gezdirip acı duyup duymadığını yokluyor. ali ural da bir dostuna şöyle soruyor: " bir şairin yaşadığını anlaması için acı duyması şart mı sevgili dost?

peki ben de size soruyorum:

belli ki bir öteki yok o şairin hayatında. çektiği acıdan varlığını anlıyor.

peki ya kendi varlığını ayrımsayabileceği o mumun minik alevi de yoksa?



Alıntıdır.