18 Ekim 2021 Pazartesi

ANLATAMAMAK

 Anlatamıyorum...

Bilemiyorum nerede yanlış yapıyorum. 

Herşey, her çaba boşa gidiyor.

Elden gelen bir şey yok.

Anlaşılamamak kadar kötü bir şey yok sanırım. 

İnsanın lafı sözü değil icraatı görülmelidir derler. 

Ama hep lafım sözüm görülür ne hikmetse.

İcraatımı kimse görmez, Yaradan dışında...

Bu çabalar ne için, kimin için?

Bunu anlatamamak çok zor...

Yüreğimi yoruyor, benliğimi yoruyor. 

Ruhumda çıkmayan bir ökse gibi yapışıp kalıyor. 

Keşke beni bir anlayan olsaydı...

Blogumdan geleceğe bir iz kalacak bu yazılar.

Okuyan kim bilir neler düşünecek, neler hissedecek. 

Keşke kalbimi yarıp gösterebilseydim. 

Belki o zaman bana inanırlardı. 

Olsun gene sıkıntı yok.

Allah biliyor ya...

Gerisi teferruat. 


10 Ağustos 2021 Salı

BABAM

 Sensiz geçen 22 yıl olmuş babam. 

Nöbetçiyim. 

Bir elimde çay, bir elimde sigara içerken; İtfaiye meydanına doğru bakıp dururken aklıma sen geliverdin. 

Ortaokula giderken itfaiye meydanından aldığımız çalışma masası aklıma geldi. 

Nasıl zor almıştık hatırlarsın belki.

Okumasın bu çocuklar demiştin. 

İçten içe hayatın zorluğuna sinirliydin aslında. 

Ailene karşı değildi bu sinir ve bıkkınlık. 

Yorgundun. 

Belki hayatın, 

Belki yaşanmışlıkların...

Bir dem bile bizi kırmadın. 

Bağırdın, çağırdın belki ama....

Bizi asla kırmadın. 

Senin kızmandan hep çok korktum. 

Seni üzüyor olmaktan dolayıydı bu korkumun nedeni. 

Yoksa senden ciddi manada korkmak değildi aslında. 

Annemi üzmekten nedendir bilmem çok korkmadım. 

Annem belki senin kadar içinde yaşayan bir insan değildi. Kimbilir belki bu yüzden. 

İkinizi de çok sevdim baba.

Annemi de seni de.

Hacı Bayram Mahallesinin o kuytu karanlıklarında ne güzel günlerimiz geçmişti. 

Hatıralar hayal oldu şimdi. 

Bahçemizin Altındağ tarafına bakan yamacında durur, Altındağ kayalıklarına bakar ve kendi kendime şunu düşünürdüm. 

Babam işte orada çalışıyor derdim.

Akşam olunca gelecek. 

Ve evet her akşam yorgun argın olsan da mutlu bir şekilde gelirdin eve canım babam. 

Evde bir şenlik havası. 

Sen yorgun olduğun zaman daha mutlu olurdun babam. 

Sebebini o çocuk yaşımda çözemezdim bir türlü. 

Ama şimdi şimdi anlıyorum bunu. 

Yorgun olmak demek çalışıp ekmek parası kazanmış olmak demekti. 

Yorgun olmak ailenin ihtiyaçlarına cevap verecek gücü kazanmış olmak demekti. 

İşte tam da bu yüzden, yorgunsan mutluydun babam.

Senin yorgunluklarını hep çok sevdim. 

Ben seni çok sevdim. 

Annemi, kardeşlerimi hep çok sevdim. 

Güzel bir aile olduk babam. 

Hep yüreğimdesin...

Bitmemiş bir romanın kahramanı gibi gönlümde....


6 Nisan 2021 Salı

YALNIZLIK VE YAŞAMAK

bilmecemsi bir zen hikayesi anlatılır: ormanda bir ağaç tek başına gürültüyle yıkıldı. ama kimse onun sesini duymadı. o ağaç gerçekten yıkıldı mı?


önemli bir soru.

max brod, kafka'ya sadık kalsaydı ve "ben öldükten sonra bunları yakmalısın" diyen en yakın arkadaşı kafka'yı dinleseydi kafka yazmış olur muydu?

bu fotoğrafa dikkatle bakalım. bir yalnızlık haberinin öznesi iki insan var bu fotoğrafta.

üç dört sene öncesinden bir haber bu.

aylardır kendileriyle hiç kimsenin konuşmadığı seksen yaşlarında bir italyan çift, sonunda bir akşam yalnızlıktan bunalıp hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. yaşlı çiftin sesini duyanlar, şiddete maruz kaldıklarını düşünerek polisi arıyorlar. gelen polislere "çok yalnızız, bizimle aylardır hiç kimse konuşmadı" deyip hallerinden şikayette bulunuyorlar. polis onların evine gelip spagetti pişiriyor, beraber yiyorlar.

eğer bizim hikayemizi işitecek bir kulak, işitecek bir kalp olmazsa, varlığımızı teyit edecek bir öteki olmazsa bir anlamda yokuz demektir.

yokuz demektir! yokuz!

bazen insan yazısını okuyacak bir insan arar. bazen bir akşamüzeri balkonda bir satranç maçı yapacağı birisini arar. ona anlattığı hikayelerin yansımalarını izleyeceği bir öteki yüz...

ali ural yazdığı bir mektubun son cümlesinde dostuna şöyle soruyor:

"kitabımı okudun mu?"

çok önemli bir soru.

çok çok önemli.

bir hikaye anlatırız. bir hikaye yazarız. yazarız çünkü hikayemizi işitecek bir kulak ararız.

- kitabımı okudun mu?
- ...

işte böyle. ve sesi bir boşlukla yankılanan şair bir şiirle dile getirir yıkılan ağacını.

"yıkılan ağacını!"

bunun içindir ki şair valery böyle anlatmıştır şu dizesinde yalnızlığını:

"rüzgar uyandı... artık yaşama zamanıdır. kitabımı bir geniş meltem açıp kapatır."

"dört mevsimde de hafif bir rüzgar sakinleştirir kalbi."

demek valery "kitabı mı okudun mu?" diye soracak kimse bulamamış hayatında. demek hafif bir rüzgar sakinleştirmiş dört mevsiminde de kendisini. demek kitabını bir rüzgar açıp kapatmış.

çok acı bir gerçektir şu:
bir hikaye anlattığımız zaman kendimizi seyredeceğimiz başka bir yüz bulabiliyorsak varız!

aslında bi şeyi itiraf edeyim: bazen ilgi çekmeye çalışıyorum. tabi ki ilgi çekmeye çalışıyorum! siz bakmayın ilgi çekmeye çalışmıyormuş gibi görünmeye uğraşanlara. hepimiz bir hikaye anlattığımızda karşımızdaki insanın yüzünde kendimizi seyretmek isteriz. esasında bunu söyleyenin kendisi de "ben de buradayım" deme çabasındadır. zaten hayat bir "ben de buradayım" deme ve sesini duyurma çabasından başka nedir ki? yaşamamız bir anlamda kocaman bir "beni dinleyin" cümlesi değil midir? hepimiz hayatın bizi dinlemesini istemiyor muyuz? daima onun dikkatini çekmeye, kendimizi ona kabul ettirmeye çalışmıyor muyuz? kendimizi ona dinletemediğimizde sıkılmıyor muyuz? üzülmüyor muyuz?

birçok ihtiyaç sahibi yalnız var. birçok derdini anlatamayan insan var. muhtaç insan diyoruz ya aslında hepimiz hayat boyu muhtacız. insan yüzüne muhtacız. her birimiz başkasının yüzünde kendimizi seyrettiğimiz zaman varız. anlattığımız hikayeleriz. insan sesini bir insanın duymasını ister. kendi varlığını birileri duysun ister. işitilmek ister. var olmamızın yegane temeli bir insan yüzünden geçiyor. hepimiz aslında kendimizi hikaye etmek ve işitilmek için yaşıyoruz.

bir şair, supervielle!
bir şiirine şöyle başlamış:

"kendini bildi bileli
mum ışığında okumaktı bütün zevki
sonra da ellerini ikide bir
alevin üstünde gezdirirdi.
emin olmak için
yaşadığına..."

düşünsenize, başkasının yüzünde kendisini okuyamadığı için midir bilinmez, artık kendi varlığından, yaşadığından emin olmak için ellerini alevin üzerinde gezdirip acı duyup duymadığını yokluyor. ali ural da bir dostuna şöyle soruyor: " bir şairin yaşadığını anlaması için acı duyması şart mı sevgili dost?

peki ben de size soruyorum:

belli ki bir öteki yok o şairin hayatında. çektiği acıdan varlığını anlıyor.

peki ya kendi varlığını ayrımsayabileceği o mumun minik alevi de yoksa?



Alıntıdır.

18 Mart 2021 Perşembe

SERZENİŞ

 "iyi oldu, artık mektup yazmayacağını söylemen. mektup beklemek, bilsen öyle zor ve öyle güzel ki..."

KİM BİLİR NEREDEDİR ŞİMDİ O KUŞLAR

 - Bu ben, bu dedem, bu annem, bu ablam, bu öteki ablam, bu da sen.

- Dayın vardı bir de orada. fotoğrafımızı o çekmişti.
-  Şu bizim arkamızda duran kim?
- Mahallenin bekçisi süleyman efendi. nasıl yapar ederdi bilmem,
çekilen her fotoğrafa girerdi. fotoğraflarda bile asayişi gözetmek isterdi
belki...
__ mahallenin delisi vardı, fotoğraflara hiç girmemiş?
__ o çok isterdi; ama kimse onu nedense fotoğrafına almak istemezdi.
__ burada, sanki askerler gibi yürümüşüm…
__ asker doluydu o sıralar her yer.
__ annem burada benim elimden tutmuş.
__ anımsar mısın, sen anneni üzdüğünde o şöyle derdi: “dağlara taşlara
gideyim de kurtlar kuşlar yesin beni…” çok korkardın böyle deyince annen.
onu kaybetmekten çok korkardın.
__ şu cetvelle çizilmiş gibi dimdik duran kim?
__ o, komşumuz emekli albay nejat amcan. eski alışkanlıklarını
bırakamadı emekli olduktan sonra da. arabasını evin önüne çekince, oğlunu
da başına nöbetçi bırakırdı.
__ bu fotoğraf yağmurlu bir havada çekilmiş. hepimiz ıslanmışız.
__ yağmur, sokakları elinden alır, seni eve kapatırdı. yine de severdin
yağmuru. hiç unutmam yine öyle bir günde, kulağıma eğilip bana arap kızını
gördüğünü söylemiştin.
__ bak, ikimizin de olduğu bu fotoğrafın göğünde üç kuş varmış…
__ kim bilir nerededir şimdi o kuşlar?...

17 Mart 2021 Çarşamba

İHTİMALLER DENİZİ

 Hayat dediğin şey bir ihtimaller denizi. 

Bilinmez bir denizde; pusulasız, alet edevat olmadan yelken açmaktan farklı bir şey değil.

Hangi ihtimal tutarsa o yoldan akıp gidiyor hayat dediğin şey işte. Tıpkı betonun içinde suyun çatlak yerlerden ilerleyip gitmesi gibi. Varmı farkı Allah aşkına.

Doğup ta gelirsin dünyaya. Kader dedikleri ince çizgi tâ sen doğmadan evvel çizilmiştir aslında. Gelirsin dünya denilen yere. Başlar hayat kervanının akışı. Ne durdurabilir, ne yavaşlatabilir ne de bir başka şekilde müdahale edebilirsin. 

Ancak yokuş aşağı freni patlamış kamyon gibi belki direksiyonla yön verebilirsin. Daha ötesi yok. 

11 Mart 2021 Perşembe

Muhsin Bey

 Bir dönemi çok çok güzel şekilde anlatan, Türk sinemasında mihenk taşı denilebilecek bir yapıttır. Muhsin Bey'in şahsında bir dönemin bitişine hep birlikte şahitlik ederiz. Muhsin Bey, bir dönemki Türk insanının daha doğrusu Türk halkının ortalaması olarak göze çarpar. Belirli ahlak kavramlarının tam bir yansımasıdır. Zamanın değişimine ayak uyduramaz. Şimdiki neslin deyimiyle geride kalmıştır Muhsin Bey. Oysaki yetiştiği kültür ortamının bir abidesidir Muhsin Bey. Son bir zorlama ile hayatın içinde varolabilme mücadelesi verir. Hemde bir çok kereler bu mücadeleyi tekrarladığını filmin ilerleyen karelerinde farkettirir izleyiciye. Ama filmin sonuna doğru Muhsin Bey de artık kazanamayan ağının farkına varır. Kaybeden aslında Muhsin Bey değildir. Kaybeden bir neslin ahlak kuralları ve bu kurallara göre yaşayan nesildir. Nesiller arası kuşak farkı filmin sonunda daha da bariz şekilde izleyiciye yansıtılır. Aslında Muhsin Bey benim. Her izleyişimde kendimden bir parça bulurum. Filmin sonuna doğru o parça kopar ve boşlukta yitip gider. Yitip giden Muhsin bey gibi görünse de aslında içimizden bir parçadır. 

Nice Muhsin Beyler, günlük hayatın içinde akıp gidiyor bir bilinmezden gelip bir başka bilinmeze gider gibi. 

Bir araba uğruna yıllarımı harcamak istemiyorum diye düşünerek intihar eden hayatının baharındaki gencecik fidan gibi. 

Gururunu yere serip kimseye el açmadan geçinip gitmeye çalışan, kış vakti yakacak odunu olmadığı için büyük oğlunun eline saç kurutma makinesini verip kardeşini ısıtmasını söyleyerek yan odaya geçip kendini asan Adanalı bir gencecik fidan gibi.

Bu olayların topluma yansımasına bakarsanız; derler ki, bunalıma girdi ondan dolayı intihar etti. 

Oysaki bunun adı bunalım değildir. Oysaki bu bir kabına sığmazlığın dışarı taşma halidir. Bu gibi örnekler, hassas yürekler için bu dünyanın bir cehennemden farksız olduğunun göstergesidir. Her yürek farklı dayanma derecesinde tolere edebilir. Ama böyle yürekler, böyle hassas vicdanlar bu tür şeyleri tolere edemiyor. Toplum açısından bakarsak sıradan bir bunalımlı vakanın sıradan bir intiharıdır. 

En son olarak bu tür bir haber İstanbul'da karşımıza çıktı. Kimileri kınadı, kimileri güldü, eğlendi, kimileri acımasızca eleştirdi. Kimden mi bahsediyorum? İstanbul'da iki çocuklarını komşuya bırakıp kendilerini asarak intihar eden karı koca gencecik çiftten bahsediyorum. Neler düşünerek gittiler bu son yolculuğa kim bilir? Çok zor ve bir o kadar çok acı bir karar. Ama saygı duymak lazım. Çünkü dünya, hassas yürekler için bir cehennemdir. Sözün özünü yazımı noktalarken paylaşacağım şairin şiiri çok net açıklamaktadır aslında. Şiire kendimce bir ekleme yapmak istesem belki gönlümden şu sözler süzülürdü: Nitekim çıktığım uzun yolculuklarda, otobüsün camından dışarıyı izlerken gece ışıkları yanan evlere dikkat kesilirdim. Kim bilir derdim o ışığı yanan evde belki mutlu bir aile saadeti yaşanıyor, belki bir dram yaşanıyor. Ama dışarıdan bakarsan ışığı yanan perdeleri çekilmiş bir ev var. İçeride ne yaşanır kim bilir. Toplum ancak ve ancak gördüğü ile yargılar insanı. 



BİR TENCERE KAYNAR OCAKTA,

ET Mİ KAYNAR, DERT Mİ KAYNAR 

BİLİNMEZ 


BİR ADAM GEZER SOKAKLARDA 

İŞİ VAR MI, GÜCÜ VAR MI 

SORULMAZ.


EKMEK UMAR, AŞ UMAR EVDEKİ 

BULUNSA DA, BULUNMASA DA 

DARILMAZ.


ÇAĞIRIRLAR, ÇAĞIRIRLAR DA DOSTLAR 

KARLI DAĞLAR ARA YERDE 

VARILMAZ.


MEHMED KEMAL (1920-1998)






10 Mart 2021 Çarşamba

Unutmaya Dair

 “Bir misafirliğe gitsem

Bana temiz bir yatak yapsalar

Her şeyi, adımı bile unutup

Uyusam…


Kalktığımda yatağım hâlâ lavanta koksa

Kekikli zeytinli bir kahvaltı hazırlasalar

Nerde olduğumu hatırlamasam

Hatta adımı bile unutsam…”


Melih Cevdet Anday

2006'DA BAŞLAYAN YOLCULUK

 Bu blogum yayın hayatına 2006 yılında başladı. Kimi yıllar oldukça es geçtim. Dönüp bakmayı unuttuğum zamanlar bile oldu. Kimi zamanlar ise sürekli yayın ekledim. Kim bilir ne zaman ve nasıl bitecek bu yolculuk...

28 Şubat 2021 Pazar

BEN KÜÇÜKKEN ÇOK SALAKTIM

 ben küçükken çok salaktım.

bu durumun farkına ise ancak kırklı yaşlarıma ulaştığımda varabilmem ise salaklığımın ne derece kronikleşmiş bir hale geldiğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
şimdi şimdi net olarak farkediyorum ki harbiden koskocaman bir salakmışım.

her ortalama anadolu ailesinde yetişen bir birey gibi dürüst, çalışkan, efendi, ahlaklı yani hammurabi kanunlarına uygun bir şekilde yetiştirildim.

hep düşündüğüm şekliyle; gerektiği kadar çalışırsam bu hayatta herşeyi başarabilirdim. çünkü bu zihniyet, daha çocukken benliğime o şekilde işlenmişti. o nedenle hayat, o kadar da kötü veya korkutucu gelmiyordu bana. nasılsa kuralları biliyor ve hayat mücadelesi için gereken ahlak, dürüstlük, efendilik, çalışkanlık vs vb gibi donanımlarım mevcuttu.

amma velakin biraz biraz büyümeye başlayınca işlerin; ben çocukken anlatılan teorikteki gibi yürümediğini farketmeye başlamıştım. donanımlarımın pek bir anlamı kalmamaya başlamıştı. çünkü gerçek dünyanın kuralları çok farklı ilerliyor ve gelişiyordu.

ailem normal olanı yapmıştı beni yetiştirirken. her ailenin vermesi gereken, iyi bir insan olmanın temel kurallarını bana iyice işlemişlerdi. ama velakin anladığım kadarı ile biraz fazla işlenmiştim.

bu durumu da zaman ilerledikçe farketmeye başladım. demek ki çocukluktan kalan kronik salaklık, yıllar ilerledikçe bir tümör gibi bünyemi sarmış ama ben anlayamamıştım. zaten herşeyi tam olarak kafamda oturtup anladığımda aynı zamanda bir çok şey için de geç kaldığımı farketmem bir olmuştu.

çalışmıştım. dürüsttüm. efendiydim. ahlaklıydım. zekiydim. ama akıllı değildim. tam bir salaktım.

herşeyi bana öğretilen şekliyle kitabına ve kurallara uygun olarak yaptığım bir hayatın içinde asla kazanamayacağımı çok kere acı ve değişik şekillerde gözlemleme fırsatım oldu.

fakat temel yazılımımda bir değişiklik yapamadım. sözün özü hamurum belliydi. çocukken attıkları o çimento çoktan donmuştu. eğip bükecek zamanı çoktan geçmiştim.

oysaki çocukken izlediğim her filmde mutlaka iyiler kazanıyordu. çocuk aklımla da düşündüğümde yetişkin aklımla da düşündüğümde benim kazanmam gerekiyordu. çünkü gerçekten iyiydim. her şeyi de kuralına uygun yapıyordum.

dürüst oldum. hile yapmadım.
çok çalıştım. tembellik yapmadım.
devlet malını korudum. peşkeş çekmedim.
elimden geldiğince etrafıma faydalı olmaya çalıştım.
elbet bir şeylerde ihmalim olmuştur haliyle.
ancak genel toplama baktığımda 10 üzerinden 9 alırım diye düşünecek kadar iyi niyetli bir hayat sürmeye gayret etmişim.

fakat ilginçtirki pratikte hiç umduğum gibi olmadı bu garip hayat. hala neden diye sormaktayım çoğu zaman kendimle başbaşa kalabilirsem eğer. benim için en büyük soru işte tam olarak bu:

n
e
d
e
n

salaklığıma doymayayım. aslında cevapları kendim de biliyorum. hayat acı bir şekilde verdirdi o cevapları uzun yıllar boyunca.

sanırım tek mesele kaldı.

k
a
b
u
l
l
e
n
m
e
k

10 Şubat 2021 Çarşamba

2021 MERHABA

 Koskoca bir yıl yine geride kaldı. 

Gerek dünya için gerek ülkemiz için çok çok garip bir yıl oldu 2020. 

Sanırım kıyamete bir kaç adım kaldı demekten kendini alamıyor insan. 

Covid 19 dünyaya yeni bir düzen getiriyor. Bu artık yadsınamaz bir gercek.