11 Mart 2021 Perşembe

Muhsin Bey

 Bir dönemi çok çok güzel şekilde anlatan, Türk sinemasında mihenk taşı denilebilecek bir yapıttır. Muhsin Bey'in şahsında bir dönemin bitişine hep birlikte şahitlik ederiz. Muhsin Bey, bir dönemki Türk insanının daha doğrusu Türk halkının ortalaması olarak göze çarpar. Belirli ahlak kavramlarının tam bir yansımasıdır. Zamanın değişimine ayak uyduramaz. Şimdiki neslin deyimiyle geride kalmıştır Muhsin Bey. Oysaki yetiştiği kültür ortamının bir abidesidir Muhsin Bey. Son bir zorlama ile hayatın içinde varolabilme mücadelesi verir. Hemde bir çok kereler bu mücadeleyi tekrarladığını filmin ilerleyen karelerinde farkettirir izleyiciye. Ama filmin sonuna doğru Muhsin Bey de artık kazanamayan ağının farkına varır. Kaybeden aslında Muhsin Bey değildir. Kaybeden bir neslin ahlak kuralları ve bu kurallara göre yaşayan nesildir. Nesiller arası kuşak farkı filmin sonunda daha da bariz şekilde izleyiciye yansıtılır. Aslında Muhsin Bey benim. Her izleyişimde kendimden bir parça bulurum. Filmin sonuna doğru o parça kopar ve boşlukta yitip gider. Yitip giden Muhsin bey gibi görünse de aslında içimizden bir parçadır. 

Nice Muhsin Beyler, günlük hayatın içinde akıp gidiyor bir bilinmezden gelip bir başka bilinmeze gider gibi. 

Bir araba uğruna yıllarımı harcamak istemiyorum diye düşünerek intihar eden hayatının baharındaki gencecik fidan gibi. 

Gururunu yere serip kimseye el açmadan geçinip gitmeye çalışan, kış vakti yakacak odunu olmadığı için büyük oğlunun eline saç kurutma makinesini verip kardeşini ısıtmasını söyleyerek yan odaya geçip kendini asan Adanalı bir gencecik fidan gibi.

Bu olayların topluma yansımasına bakarsanız; derler ki, bunalıma girdi ondan dolayı intihar etti. 

Oysaki bunun adı bunalım değildir. Oysaki bu bir kabına sığmazlığın dışarı taşma halidir. Bu gibi örnekler, hassas yürekler için bu dünyanın bir cehennemden farksız olduğunun göstergesidir. Her yürek farklı dayanma derecesinde tolere edebilir. Ama böyle yürekler, böyle hassas vicdanlar bu tür şeyleri tolere edemiyor. Toplum açısından bakarsak sıradan bir bunalımlı vakanın sıradan bir intiharıdır. 

En son olarak bu tür bir haber İstanbul'da karşımıza çıktı. Kimileri kınadı, kimileri güldü, eğlendi, kimileri acımasızca eleştirdi. Kimden mi bahsediyorum? İstanbul'da iki çocuklarını komşuya bırakıp kendilerini asarak intihar eden karı koca gencecik çiftten bahsediyorum. Neler düşünerek gittiler bu son yolculuğa kim bilir? Çok zor ve bir o kadar çok acı bir karar. Ama saygı duymak lazım. Çünkü dünya, hassas yürekler için bir cehennemdir. Sözün özünü yazımı noktalarken paylaşacağım şairin şiiri çok net açıklamaktadır aslında. Şiire kendimce bir ekleme yapmak istesem belki gönlümden şu sözler süzülürdü: Nitekim çıktığım uzun yolculuklarda, otobüsün camından dışarıyı izlerken gece ışıkları yanan evlere dikkat kesilirdim. Kim bilir derdim o ışığı yanan evde belki mutlu bir aile saadeti yaşanıyor, belki bir dram yaşanıyor. Ama dışarıdan bakarsan ışığı yanan perdeleri çekilmiş bir ev var. İçeride ne yaşanır kim bilir. Toplum ancak ve ancak gördüğü ile yargılar insanı. 



BİR TENCERE KAYNAR OCAKTA,

ET Mİ KAYNAR, DERT Mİ KAYNAR 

BİLİNMEZ 


BİR ADAM GEZER SOKAKLARDA 

İŞİ VAR MI, GÜCÜ VAR MI 

SORULMAZ.


EKMEK UMAR, AŞ UMAR EVDEKİ 

BULUNSA DA, BULUNMASA DA 

DARILMAZ.


ÇAĞIRIRLAR, ÇAĞIRIRLAR DA DOSTLAR 

KARLI DAĞLAR ARA YERDE 

VARILMAZ.


MEHMED KEMAL (1920-1998)






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder