23 Nisan 2009 Perşembe

ANLADIM...

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen hergün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hakedermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terkettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni afetmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
ANLADIM...

ÇOCUKLUĞUM






















Affan Dede'ye para saydım
Sattı bana çocukluğumu
Artık ne adım var ne yaşım
Bilmiyorum kim olduğumu
Hiçbir şey sorulmasın benden
Haberim yok olan bitenden

Bu bahar havası bu bahçe
Havuzda su şırılşırıldır
Uçurtmam bulutlardan yüce
Zıpzıplarım pırıl pırıldır
Ne güzel dönüyor çemberim
Hiç bitmese horoz şekerim
.....................................

Geçip gitti ömrümüzün çocukluk mevsimi,
Tıpkı şairin biraz yukarıdaki dizeleri gibi.
Nasıl da akıverdi elimizden öocukluk mevsimi.
Bir ilkbahar sonrasında yaz gelir ya anlayamayız nasıl bittiğini ilkbaharın...
İşte öyle bitiverdi ömrümüzün ilkbaharı.
Dante gibi ortaladık ömrü bakalım,
Fenerin söndüğü son liman neresidir kimbilir?
Sonbahar hangi şafakta değer bu ömre kimbilir?
Bugün dediğin nedir, yarın dediğin nedir kimbilebilir?
Esasen hayat dediğin nedir ki?
Bir elektriksel yanılsama değil mi tüm bu olan biten?
Eğer öyle değilse doğrusu nedir kimbilir??
....................................................
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında...

8 Nisan 2009 Çarşamba

SÖZÜN ÖZÜ...
























İran'lı şair der ki : "Aşka uçma, kanatların yanar...!"
MEVLÂNÂ der ki : "Aşka uçamadıktan sonra kanat neye yarar. ?"
Ve yine Hz.Mevlana'nın bir diğer deyişinde özetlediği gibi:
"Altın ne oluyor, can ne oluyor,
inci mercan da nedir
bir sevgiye harcanmadıktan,
bir sevgiliye feda edilmedikten sonra..."

6 Nisan 2009 Pazartesi

KONFÜÇYÜSDEN KISSADAN HİSSE...

Badsector'ün blogunda yer alan ve oldukça hoşuma giden bir anekdottur kendileri efendim. Hayatta hangi kavramların doğru, hangi kavramların yanlışlığı ancak bu denli güzel bir dille anlatılabilirdi. Doğru yada yanlış dediklerimiz, acaba gerçekten doğru mu yada yanlışmı? doruluk ve yanlışlıkta objektiflik dedikleri şey bu olsa gerektir...

Konfüçyüs, Hükümdar'ın isteği üzerine bir süre için şehrin yönetiminde olmayı kabul etti. Yedi gün izledi. Yedinci gün yüksek memur Sao-Çeng'i idam ettirdi, cesedin üç gün açıkta kalmasını emretti.Öğrencileri çok şaşırdılar, yanına gittiler, sordular: "Sao-Çeng bu şehirde hatırlı ve kuvvetli bir adamdı. Şehrin yönetimini aldıktan sonra ilk işiniz onu astırmak oldu. Bu yaptığınız doğru mudur? Bildiğimiz kadarıyla bu adam haydutluk, hırsızlık yapmamıştı..."Konfüçyüs "Yaptığımın nedenlerini size açıklayayım" dedi ve anlattı:"Dünyada beş ağır suç vardır. Haydutluk ve hırsızlık bunların arasında değildir, daha sonra gelirler. Bu beş suç şunlardır: Birincisi uyumsuz ve asi bir tabiatla birlikte gözüpeklik;
İkincisi aşağı bir hayat tarzıyla birlikte inatçılık;
Üçüncüsü çenesinin kuvvetli olmasıyla birlikte yalancılık;
Dördüncüsü herkesin ayıbını, kusurunu aklında tutmakla birlikte herkesle dost geçinmek;
Beşincisi hak ve adalet duygusu olmamakla birlikte yaptığı haksızlıkları süslü ve parlak gerekçeler arkasına gizlemek...Sao-Çeng'de bunlarin beşi de vardı. Nereye gitse taraftar topluyor, hizipler yaratabiliyordu; aldatıcı fikirlerini parlak konuşmaların arkasına gizleyebiliyordu; zulmüyle adaleti tersine çevirebiliyordu.Bunlar birleştiği zaman ortaya çok güçlü bir kötülük çıkar. Ben de şehir halkı için tasalanmak yerine bu adamı idam ettirmeyi tercih ettim...

Sonuç olarak;
"Gerçek, bazen görünenden çok farklıdır.Görünenni doğru algılayıp doğru yorumlamak da bir o kadar önemlidir."

5 Nisan 2009 Pazar

ÖLÜME DAİR-IV

Bir varmış bir yokmuş...
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir matrixx varmış...
Doğmuş bu dünyaya gelmiş, hem de taa hakiki dünyadan kalkmış gelmiş bu dünyaya...
Annesinden süt emmiş...
Minik minik gülümsemeler göstermiş yaşama, dünyaya , herbir varlığa...
Biraz daha büyümüş sonra...
Emeklemeler başlamış...
Emekleyip durmuş doğrulara, yaşama, bu yalan dünyaya...
İçinde bir ses varmış, hep durup dinlenmeden dinlediği bir ses...
Biraz daha büyümüş....
Simit satmış, ayakkabı boyamış, bilet satmış, jeton satmış...
İçinde bir ses varmış, hep durup dinlenmeden dinlediği bir ses...
Hayattan hayatını kazanmaya çalışmış...
Okula gitmiş, ilk orta ve lise derken üniversiteler bitirmiş...
İçinde bir ses varmış, hep durup dinlenmeden dinlediği bir ses...
Yatılı okullarda, değişik mekanlarda geçmiş hayatı...
Askere gitmiş sonra, vatana hizmet etmiş bir süre.
İçinde bir ses varmış, hep durup dinlenmeden dinlediği bir ses...
Evlenmiş sonra aradan zaman geçince...
Mutluymuş, herşeyi tammış da bir noksan olan şey o içindeki sesin dedikleriymiş...
Hiçlik kapısından geçmeye çalışıyormuş bu matrixx.
Hakiki dünyaya varabilmek için...
Sonra koskocaman bir hiçlik başlamış matrixx için.
Hakiki dünyayı bulmuş sonunda.
.....

HİÇ..



















Esasen koskocaman bir hiç kaldı bunca yıldır yaşadıklarımızdan....

Ömür dediğin neydi!

Yaşamak dediğin...

Yada doyasıya yaşadım dediğin!

Koskoca bir hiç kaldı geriye buna yıldır yaşadıklarımızdan...

Aslında o koskoca bir hayat, minicik üç harften ibaretmiş...

Kocaman bir minik kelime:

HİÇ...

IN THE MOOD FOR LOVE

Tür : Dram / Romantik
Gösterim Tarihi : 28 Eylül 2001
Yönetmen : Wong Kar-Wai
Senaryo : Wong Kar-Wai
Görüntü Yönetmeni : Christopher Doyle , Pin Bing Lee
Müzik : Mike Galasso
Yapım : 2000, Fransa / Hong-Kong , 98 dk.
Oyuncular :
Tony Leung Chiu Wai (Chow Mo-wan) , Maggie Cheung (Mrs. Chan, nee Su Li-zhen) , Ping Lam Siu (Ah Ping) , Rebecca Pan (Mrs. Suen) , Lai Chen (Mr. Ho)

Konu:
1962 yılının Hong Kong'u... Yerel bir gazetenin yazı işleri müdürü olan Chau ve eşi, Şangaylıların yaşadığı bir apartmana taşınırlar. Chau, taşınma gününde burada yeni kapı komşusu Li-Chun ile tanışır. Her ikisinin de eşlerinin yardımı olmaksızın eşya taşıyor olmaları ilginç bir tesadüftür. Li-Chun ve Chau, eşlerinin işte oldukları zamanı birlikte geçirmeye ve gitgide daha iyi arkadaş olmaya başlarlar. Neden sonra anlarlar ki, aslında ikisinin eşleri arasında bir ilişki vardır ve aldatılmaktadırlar.

Durumu keşfetmek, onları aşk hayatlarını yeniden gözden geçirmeye ve birbirlerinden destek almaya itecektir...

Türkçe adı ile AŞK ZAMANI müzikleri ve konusu ile mükemmel bir film diyebilirim. Son dönem Uzakdoğu sinemasından güzel kurgulanmış bir film. Mükemmel ötesi müzikleri ile film sanki zamanın ötesine geçmeyi başarmış gibi hissettiriyor insana. Oyuncular da tıpkı filmin ağırlığına ve kalitesine uygun olarak davranıyorlar.Uzakdoğu kültür ve ahlak kavramları değişik duyguların karşısında yeniden ama ağırlığından bir şey kaybetmeden yorumlanıyor. Şu an için dinlediğiniz müzik ise bu filmden alıntıdır. Adı "Yumeji's Theme". Şiddetle tavsiye edilecek film ve müziklerdir.

ÖLÜME DAİR-III

Daha henüz hayatın, yaşamanın ve bilumum güzellikleri yada acıların, çilelerin tecrübelerini demleyememişken çaydanlığımda; şimdi gariptir ki ölüme dair şeyler düşünmekteyim ve de bir yandan da karalamaktayım. Nerdedir gizemi bu hayatın? Nerdedir sırrı bu garip hayatın?
Ve yine nerde bulunur gizemi bu kahpe hayatın? İyiler bir bir giderken hakiki alemdeki istirahatgahlarına, bizler kalıyoruz sırf burada, sanki çile doldururcasına...
Garip olan da bu ya... Şimdi gene matrix filminden bana çağrışımlar gelecek(birazda aptalcasına sanki). Hani Trinity der ya Neo'ya , ilk filmin ortalarında bir yerde. Aynen şöyle seslenir:
-Neo! İstersen gitmekte özgürsün. Ama sokağın sonunun nereye vardığını sen de biliyorsun.

Filmin bir diğer sahnesinde Neo ile Trinity arasında şuna benzer bir diyalog geçer:
-Trinity ha. O sensin demek. Hani şu hedehödö veritabanını kıran Trinity?
-O çok geride kaldı. Şimdi daha önemli bir sorun var.

Morpheus da benzer şekilde Neo'nun yolunu bulmasına yardımcı olur. İlk karşılaşmalarında aralarında geçen diyalog şuna benzer şekilde sirayet eder:

-Neo. Çok uzun zamandır seni aradım. Ama artık sonunda bulduğuma inanıyorum.
-Nasıl yani?
-Matrix ilk kurulduğunda kodları görebilen ve bağımsızca hareket edebilen bir vardı. Hepimizi o kurtardı. Efsaneye göre O bir gün mutlaka geri dönecekti. ve ben onu buldum. O, sensin Neo.
-Matrix nedir?
-Kimse tam olarak Matrix'i anlatamaz. Bunu yaşamak gerekir. Yıllardır kendi kendine sorduğun bir soru vardı Neo. Bir şeylerin ters gittiğini hep biliyordun. Ama bir türlü nasıl böyle olduğunu asla açıklayamıyordun. İşte sana fırsat Neo. Mavi hapı seçersen hiçbirşey olmamış gibi yatağında uyanırsın ve artık her neye inanmak istiyorsan ona inanırsın. Kırmızı hapı seçersen sana sadece ve sadece gerçekleri gösterebilirim. Ve tavşan deliğinin aslında nerelere uzandığını görürsün Neo. Seçim senin.


İşte böyle ya dostlar. Film bile olsa Neo gerçeğe bir adım yaklaşmıştır. Peki ya şimdi neden sanal alemde MATRİXX nickini kullandığımı umarım anlamışsınızdır. Bİr bilinmeyenin içinde her bir insanoğlu gibi dolanmaktayım. Dİğer insanlardan kendime göre hissedebildiğim en önemli fark "Bu işte bir gariplik olduğu" dur. Bu farklılıkta yüzmekteyim bilinmezlikler denizinde ama bir türlü içinde olduğu paradokstan çıkamamaktayım.Nedir mi içinde bulunduğum bu paradoks? Hani şu sizin dünya dediğiniz, hayat dediğiniz şey var ya işte odur benim içinde olupta çabalayıp çabalayıp bir türlü çıkamadığım, öze varamadığım paradoks...

ÖLÜME DAİR-II




















Buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç şişesini
ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
başucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
hoş gelip sefalar getirdiniz.

Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
Osman oğlu Hâşim.
Ne tuhaf şey,
hani siz ölmüştünüz kardeşim.
İstanbul limanında
kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
kömür küfesiyle beraber
ambarın dibine...

Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı
ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
simsiyah başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
Ayakta durmayın, oturun,
ben sizi ölmüş zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
hoş gelip sefalar getirdiniz...

Yayalar-köylü Yakup,
iki gözüm, merhaba.

Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp
çok sıcak bir yaz günü
yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemişsiniz?

Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
tabutunuzun toprağa indiğini.

Hem galiba
tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
Onu bırakın Ahmet Cemil,
vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
o ilâç şişesidir
rakı şişesi değil.
Günde elli kuruşu tutabilmek için,
yapyalnız
dünyayı unutabilmek için
ne kadar çok içerdiniz...
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Başucumda durup el ele verdiniz,
buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz...

Bir eski Acem şairi:
«Ölüm âdildir» — diyor, —
«aynı haşmetle vurur şahı fakiri.»

Hâşim,
neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
herhangi bir şahın bir gemi ambarında
bir kömür küfesiyle öldüğünü? ...

Bir eski Acem şairi:
«Ölüm âdildir» — diyor.
Yakup,
ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem şairi:
«Ölüm âdil...»
Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.
Boşuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
ölümün âdil olması için
hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...

Bir eski Acem şairi...
Dostlar beni bırakıp,
dostlar, böyle hışımla
nereye gidiyorsunuz?