25 Nisan 2012 Çarşamba

ŞAİR ŞEHRİYAR'DAN...

guzel sairin kendi dilinden heyder baba'ya selamin oykusu;

“çocukluk yıllarımdaki arkadaşlarım başta olmak üzere yöre halkının beğenisini kazanabilecek yöre türküleri üslubunda uzunca bir şiir yazmayı hep arzuladım doğrusu. fakat tahran’da uzun süre kalmamın etkisiyle, azerbaycan köylerinin yerel şiirleri ve özellikle de o ince ve esprili tabirlerini hemen hemen unutmuştum. hatta çocukluk dönemime ilişkin anılarım, silik ve anlamsız tablolara dönüşmüştü. ama annemin tahran(a gelmesi, geçmiş günlerden söz etmesi, onun sihirli dilinin etkisi, geçmişi bir masal gibi anlatması ve çocukluk dönemime ait tatlı hikayeleri tazelemesi sayesinde kafamdaki ölüler birden canlanıp, geçmişe ilişkin tablolar da beliriverdiler.”

“haydar baba’ya selam”ın kendi muhatabı üzerindeki tatlı etkisi ve zevk sahibi her insanı yoğun olarak tâ derinden yakalayan o manevi nüfuzu hakkında şairin kendisi, bu eserin ilham yoluyla yüreğine indiğine, esasen böylesine duygu ve duyarlılık dolu ve aynı zamanda her kesimden insanı etkileyebilecek bir eserin yazılabilmesi için sırf sanatın yeterli olmadığına inanıyor:

“bir gün nazım’ed-devle’nin evinde toplanmıştık. ben de rahmetli saba ile birlikte nazım’ed-devle’nin oğlu emirhan’ın odasında oturuyordum. “haydar baba”’yı henüz yeni bitirmiştim. belki de henüz tam olarak bitmemişti. her halükarda ondan bazı parçalar okuyordum. o sıralarda nazım’ed-devle’nin tebriz’den getirttiği ve on an evin salonunda çay yapmakla meşgul olan ve aynı zamanda benim dizelerimi de dinleyen bir kadın aşçı, birden perdenin aralığından odaya fırladı ve hızla bana doğru gelerek, kendini benim ayaklarıma attı ve bir taraftan da habire “benim yüreğimden konuşuyorsun oğlum diyordu”.

şairin anlattıkları yürekten kopup gönlü okşadığından, “haydar baba”’nın yayımlanmasından kısa süre sonra onun satırları, gökten inmiş gibi halk arasında hızla dilden dile dolaşmaya başladı ve büyük bir saygınlık kazandı. “haydar baba’ya selam” iran sınırlarını da aşıp, türkçe konuşan bütün halklar arasında da elde ele dolaşıp, altın parçası gibi görüldü. hatta ona nazire’ler yapıldı. hafız ve hayyam’ın şiirleri gibi bestelenip güzel sesli şarkıcılar tarafından okundu. bir başka deyişle çağımızda doğulu ozanlar sülalesinden bir peygamber ortaya çıkmış gibi, onun kelamı ortadoğu semasında yankılandı.

şehriyar, “haydar baba”’dan sonra ana dilinde yine onlarca eser daha yarattıysa da onlardan hiçbiri “haydar baba”nın güç ve azametine ulaşamadı. gerçekte şehriyar azeri edebiyatında her şeyden ziyade “haydar baba”nın şairidir. zira bu eser şairin hayatında bir dönüm noktası olmanın yanı sıra, azeri edebiyatı tarihinde de yeni bir akımın başlangıç noktası sayılıyor.

bu ölümsüz eser, şehriyar’ın gerçek kabiliyetini açıkça ortaya çıkardığından, şairin yaratıcılık hayatında bir dönüm noktası sayılıyor.. şehriyar’ın azerbaycan halkı başta olmak üzere, iran halkı arasında özel bir yer edinip, büyük bir sempati kazanması da işte bundan kaynaklanıyor. bu eseri çağdaş azerbaycan edebiyatında yeni bir aşamanın başlangıcı olarak görmemizin sebebi, onun yaratılmasıyla azeri edebiyatı alanında eşine rastlanılmadık bir uyanış ve gelişmenin meydana gelmesidir. bunun sebebi de “haydar baba”’dan etkilenip üzerine yapılan sayısız benzeri eserlerden kaynaklanıyor.. bir yazar ve mütercimin belirttiğine göre bugüne kadar “haydar baba”’ya özenen 300 nazire kaydedilmiştir. bu da, edebi ve halkçı bir eserin tam olarak ilgi ve sempati kazanması demektir. nitekim hacı hafız’ı şirazi irfan ve fars edebiyatı aleminde öyle bir makama ulaşmıştır. bu arada “haydar baba”’nın folklorik edebi bir şaheser olduğunu da unutmamak gerekir. şunu açıkça söyleyebiliriz ki bu eser kendi türünde eşsizdir. bu manzume, şehriyar’ın adıyla birlikte sadece azerbaycan folklor ve edebiyat tarihinde değil ayrıca bu ülke halkının zihninde de ölümsüzleşecektir.

“haydar baba” etrafında bir gezinti

“haydar baba”’ya selam gerçekte çağımız ve kültürümüzün köy senfonisi demektir. çarpıcı bir başlangıçla birden bire kendimizi azerbaycan’ın renkli, canlı ve coşkun doğasının kucağında, “haydar baba” tepesinde gök yüzünün ışığı ve sağanak yağmuru altında, sel gibi akan suları arasında buluveriyoruz. sonra bir grup kız gözümüze çarpıyor. sıra oluşturmuş ve doğanın bu ani şakırdayışını seyre dalmışlar. şair böyle bir girişten sonra şöyle sesleniyor:

selam olsun şevketinize, elinize

benim de bir adım gelsin dilinize

şimdi sıra çocukluk anılarında... ve şair emsalsiz bir ustalıkla onları da gözlerimizin önüne sermeye başlıyor. bu emsalsiz tablolar insanı ister istemez büyülüyor.

mir ejder’in türküsü köyün her tarafından işitilmektedir. öte yandan aşık rüstem’in sazının sesi de fon müziği gibi, çocukluk döneminin zemininde daima duyuluyor sanki:

hatırlar mısın nasıl koşar, kaçardım!

kuşlar misali kanat çırpıp uçardım!

şair daha sonra, şairane adı, güzel şekli, büyüleyici kokusu ve tadı ve eşsiz letafetiyle duyarlı her vatandaşın anılarında özel bir yere sahip olan “aşık elması”nı hatırlıyor. daha sonra da tatlı bir rüya gibi gelen çocukluk dönemi oyunlarını tekrarlayıp, “haydar baba”(nın eteğinde ve doğanın kucağında geçen böylesi hür ve sade yaşamın, kendisini derinden ve kalıcı bir şekilde hep etkilediğini itiraf ediyor.

kalmış aklımda tatlı bir rüya gibi

etkilemiş ruhumu, her şeyimi

“haydar baba”’nın tepesinde duran şairin ilgisi daha sonra, “kuru göl”e yöneliyor. oranın manzarasını da, kuşların uçuşu ve gumistan’ı tavsif ederken şairane bir dille şöyle betimliyor:

“haydar baba”! kuru göl’ün kazları

geldiklerin sazak çalan sazları

daha sonra kerbela yolu kervanlarının dönüş yollarından bahsediliyor. şair burada ustaca bir göndermeyle, yüz yılın bulaştığı kokuşma şiddet olayları, düşmanlık ve acımasızlıklardan duyduğu üzüntüsünü belirterek şöyle diyor:

göz yaşına bakan olsa, kan akmaz

insan olan beline hançer takmaz

ne yazık ki kör tuttuğunu bırakmaz

şair bir kez daha anılarına dalar. bu kez, yüz rüzgârı ve yağmurundan şeyh’ul islam’ın münacat sesine geçer:

güzel sözler okşardı yürekleri

ağaçlar da allah’a baş eğerdi

daha sonra bayırlar, koyun sürüleri, çobanlar ve o dönem ve o mekana dönmeye duyduğu özleme geliyor:

bir geleydim dağ, dereler uzunu

okuyaydım “çoban getir kuzunu”

ardından orak mevsimi, bıldırcın avı, köylülerin iş sonrası dinlenmeleri, güneşin batışı ve akşam üstü ev halkının konumuyla ilgili betimler sırasıyla diziliyor şairin kelamında:

yaşlı nine gece masal anlattığında

tipi gelip, bacaları dövdüğünde

kurt, keçi yavrusunu yediğinde

keşke geriye dönüm çocuk olaydım

çiçek gibi açıp, ondan sonra solaydım

şiirin devamında, gerçekte buram buram hayat kokan ama görünüşte küçük ve önemsiz olan günlük olaylara ilişkin anılar sıralanıyor:

halacığımın ballı lokmasını yerdim

nerde kendimi şımarttığım o günlerim

ağaca çıktığım, at gezdirdiğim o günlerim

sonra yine şeyh’ul islam’ın yanıklı münacat sesini duyuyor, meşhedi rahim ile tanışıp, onun hırka giyişi hikayesini öğreniyoruz. ve şair tüm bunları canlı bir şekilde gözlerimizin önünde canlandırıyor.

bunun ardından bölge ağalarından melek niyazhan, tüfekler, binicilik ve atıcılık, köy kızlarının onları seyre duruşu, nişanlık oyunu, köy düğünü ve bayram merasimleri, bir kez daha şairimizi o günlere götürüyor:

çarşamba’nın cevizleri, üzümleri

kızlar der “atil-matil” çarşamba

ayna gibi bahtım açıl çarşamba

ardından ekini biçme ve ürünü toplama vakitleri, köyde gün batımı ve akşam vakti iki bölümde şöyle bir girişle anlatılıyor:

yaz gecesi çayda sular şarıldar

daha sonra hala oğlu şuca’nın hüzünlü hikayesine değiniliyor. şaire göre bu hikayenin sonunda gelinin baht aynası kararıyor. “nene kız’ın baht aynası karardı”. ve işte gözlerinin anısı, şairin yüreğinin karanlıklarından bir yıldız gibi parlayan bu “nine kız” , şairimizin çocukluk arkadaşlarından ve diğer arkadaşlarıyla birlikte onun ilham kaynaklarından biridir:

“haydar baba”! nene kız’ın gözleri

rahşande'nin şirin şirin sözleri

türkü dedim, okusunlar özleri

bilsinler ki ömür gider ad kalır

iyiden kötüden sonunda bir tat kalır

şehriyar ikinci “haydar baba”’da yine o şirin sözlü rahşande ile güzel gözlü nene kız’a baş vurur ve onları şöyle anlatır:

rahşande’nin, torunu tutuyor elini

nene kız ise güveyi var, gelini

şairler bugüne kadar ay, yıldız, deniz ve bulutlar ile ilgili çok güzel tasvirler yaratmışlardır. ama şimdi bizim şairimiz, ay’ı nehir suyunda boğulurken görüyor. onun, bu manzarayla ilgili hüzünlü anlatımı, okurun belleğinde çakılıp kalıyor. şair daha sonra, karanlık gecelerde kurtlardan korkmasını anımsar gibi birden ecel kurdunu gözleri önüne getiriyor ve onun hemen ardından da kendi gençliğini ve bugünkü yaşlanan halini anımsıyor.

işte bütün bu anılar ve özellikle de dostlar ve tanıdıkların ölüm ve yok oluşlarının hatırlanması, sonuçta şairi çileden çıkarıyor ve o bu noktada, acı acı yürekten haykırıyor. sözü yürekten koptuğu için de insanı yürekten etkiliyor tabii. şairin bu aşamada kaydettiği dizeleri belki onun bu manzume bağlamında en çok ün kazanan dizeleridir:

“haydar baba”! dünya yalan dünyadır

süleyman’dan, nuh’tan kalan dünyadır

oğlu, kardeşi derde salan dünyadır

her kimseye ne vermişse, almıştır

platon’dan kuru bir ad kalmıştır.

bu anılar manzumesinde insan ile doğu, sadece yan-yana değil, hatta kimi yerde birbiriyle iç içe olup, kaynaşıyor, yeni bir biçim alıyor ve şiir aleminde ölümsüz bir anlatım dili oluşturuyorlar.

şehriyar birkaç kişiyi daha tanıttıktan sonra, babası “hacı mir aka hoşknabi”yi de kısaca anlatarak, onu, bir oğlun babasına olan sevgi ve saygı duygusu ile anıyor ve takdirini belirtiyor. şaire göre o, güzeller kuşağının sonuncusuydu. veya bir arkadaşın tabiriyle vefa soyundan gelenlerin sonuncusuydu.

baba ölünce, dünyanın hali değişti

sevgiden, şefkatten eser kalmadı

“haydar baba” senfonisi, okuru bir nevi duygusal ve içten bir değişime uğratan olağanüstü güzellikte bir doruk noktasının ardından sonuç bölümünde, iyi insanlar arasında barış ve kardeşlik ortamının yeniden canlandırılması ve yüce değerlerin vücuda getirilmesi yolunda, güzel tavsiyelerde bulunuyor ve böylece “haydar baba”’nın 1. bölümü, güzel ve duamsı bir parçayla sona eriyor:

“haydar baba”! senin gönlün şad olsun

dünya durdukça ağzın dolu tat olsun

senden geçen tanış olsun, yad olsun

dinle benim şair oğlum, şehriyar!

bir ömürdür gam üstünde gam kalır

kafkasya’da halkın ulusal ve kültürel mirasının korunmasında “haydar baba” manzumesinin rolü

iran’da sosyal ve kültürel şartlar, birbirine bağlı ve doğal zaruretler içerisinde olmaları nedeniyle türkiye ve azerbaycan cumhuriyeti gibi ülkelerde görünen sosyal-kültürel şartlardan daha farklıdır. tarihi açıdan iran ile çok geniş kültürel ortaklıkları bulunan bu iki ülkede alfabenin değiştirilmesi ve özel hedeflerle kültürel siyasetlerin dayatılması, ulusal açıdan aşırı zarar ve ziyanlara uğramasına yol açmıştır. telafisi çok güç olan bu zararın tam ve dakik olarak kavranabilmesi için, aydınlar ve düşünsel liderler başta olmak üzere, halkın çeşitli kesimleriyle direkt irtibata geçilmesi gerekiyor. böylece bu yöndeki facia, derinlemesine ortaya çıkacaktır. ilerleme ve kalkınma adı altında gerçekleştirilen bu değişim ve gelişmeler aslında, bu tür kültürel siyasetlerle yetişen insanların köksüz, sığ düşünceli ahlakî değerlerden arındırılmış ve tarihî-kültürel meselelerin bilincinde olmayan kimselere dönüşmelerine sebep oluyor. bunun yanı sıra, bu korkunç girişimin kamufle edilmesi gayesiyle yapılan, milli duyguların kışkırtılması meselesi de, bu bölgelerde yaşayan halkların bilinçlendirilmesini oldukça zorlaştırıyor. zira, siyasi kışkırtmalarla uyumlu bir hal alan milli duyguların görünüşteki biçimleri, mantıklı ve reformcu düşüncelerin sunulması karşısında bir nevi direniş gücüne dönüşüyor. bendeniz, meslek icabı ve kişisel ilgim nedeniyle son iki yılda, özellikle sözü geçen siyasetlerin baskısına maruz kalan orta asya, kafkasya ve türkiye cumhuriyetlerinde yaşayan sıradan insanlarla sürekli temas halindeyim ve bu yöndeki kültürel eksikliğe yakından şahit oldum. ancak azerbaycan dili ve milli kültürü “haydar baba”nın ortaya çıkması ardından yabancı saldırgan kültürler karşısında bir nevi direniş kazanmıştır. bunu da azerbaycan cumhuriyeti’nin bahtiyar vahapzade, hasan hasanzade, nurettin rızayev ve rüstem aliyev gibi tanınmış aydın, şair ve yazarları benim yanımda şahsen itiraf etmişler ve aynı zamanda “haydar baba”nın azerbaycan ulusal kültürünün korunmasında oynadığı rolü de defalarca takdir etmişlerdir. kısacası ‘“haydar baba’ ya selam” manzumesi azerbaycan edebiyatında, azeri türklerinin bir nevi şehnamesi olarak, azeri dili ve kültürünün korunmasında çok üstün bir konuma sahiptir.

kaynak: http://turkish.irib.ir/shahriiar.htm

Heyder Baba, gece durna keçende,
Köroğlunun gözü kara seçende,
Kıratını minib, kesib biçende,
Men de burdan tez matlaba çatmaram,
Eyvaz gelib çatmayıncan yatmaram.

Heyder Baba, merd oğullar doğginan,
Nâmerdlerin burunların oğginan,
Gediklerde kurdları dut boğginan,
Koy kuzular ayın şayın otlasın,
koyunların kuyrukların katlasın.

Heyder Baba, senin könlün şad olsun,
Dünya varken ağzın dolu dad olsun,
Senden keçen yakın olsun, yad olsun,
Deyne menim şâir oğlum Şehriyâr,
Bir ömürdür gam üstüne gam çalar.





Şair Şehriyar

HEYDAR BABA'YA SELAM


Heyder Baba, ıldırımlar şakanda,
Seller, sular şakkıldayıb akanda,
Kızlar ona saf bağlayıb bakanda,
Selâm olsun şevkatize, elize,
Menim de bir adım gelsin dilize.

Heyder Baba, kehliklerin uçanda,
Göl dibinden dovşan kalkıb, kaçanda,
Bahçaların çiçeklenib açanda,
Bizden de bir mümkün olsa, yâd ele,
Açılmayan ürekleri şâd ele.

Bayram yeli çardakları yıkanda,
Novruz gülü, kar çiçeği çıkanda,
Ağ bulutlar köyneklerin sıkanda,
Bizden de bir yâd eyleyen sağ olsun,
Derdlerimiz koy dikkelsin dağ olsun.

Heyder Baba, gün dalıvı dağlasın,
Üzün gülsün, bulakların ağlasın,
Uşaklarun bir deste gül bağlasın,
Yel gelende ver getirsin bu yana,
Belke menim yatmış bahtım oyana.

Heyder Baba, senin üzün ağ olsun,
Dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun,
Bizden sora senin başın sağ olsun,
Dünya kazov-kader, ölüm-itimdi,
Dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi.

Heyder Baba, yolum senden keç oldu,
Ömrüm keçdi, gelenmedim geç oldu,
Heç bilmedim gözellerin neç oldu,
Bilmezidim döngeler var, dönüm var,
İtginlik var, ayrılık var, ölüm var.

Heyder Baba, igit emek itirmez,
Ömür geçer efsus bere bitirmez,
Nâmerd olan ömrü başa yetirmez,
Biz de vallah unutmarık sizleri,
Görenmesek helâl edin bizleri.

Heyder Baba, Mir Ejder seslenende,
Kend içine sesden-köyden düşende,
Aşık Rüstem, sazın dillendirende,
Yadındadır ne hövlesek kaçardım,
Kuşlar tekin kanad çalıb uçardım.

Şengülava yurdu, aşık alması,
Gâh da gedib orda konak kalması,
Daş atması, alma-heyva salması,
Kalıb şirin yuhu kimin yadımda,
Eser koyub, ruhumda her zadımda.

Heyder Baba, Kuru gölün kazları,
Gediklerin sazak çalan sazları,
Ket kövşenin payızları, yazları,
Bir sinema perdesidir gözümde,
Tek oturub, seyr ederem özümde.

Heyder Baba, Karaçemen caddası,
Çovuşların geler sesi, sedası,
Kerbelâ’ya gedenlerin kadası,
Düşsün bu aç, yolsuzların gözüne,
Temeddünün uyduk yalan sözüne.

Heyder Baba, şeytan bizi azdırıb,
Mehebbeti üreklerden kazdırıb,
Kara günün ser-nüviştin yazdırıb,
Salıb halkı bir-birinin canına,
Barışığı beleşdirib kanına.

Göz yaşına bakan olsa, kan akmaz,
İnsan olan hancer beline takmaz,
Amma hayıf, kör tutduğun burakmaz,
Behiştimiz cehennem olmakdadır,
Ziheccemiz meherrem olmakdadır.

Hazan yeli yarpakları tökende,
Bulut dağdan yenib kende köçende,
Şeyhülislam gözel sesin çekende,
Nisgilli söz üreklere deyerdi,
Ağaçlar da Allah’a baş eyerdi.

Daşlı bulak daş-kumunan dolmasın,
Bahçaları saralmasın, solmasın,
Ordan keçen atlı susuz olmasın,
Deyne bulak, hayrın olsun, akarsan,
Ufuklara humar-humar bakarsan.

Heyder Baba, dağın daşın seresi,
Kehlik okur, dalısında feresi,
Kuzuların ağı, bozu, karası,
Bir gedeydim dağ-dereler uzunu,
Okuyaydım: 'Çoban, kaytar kuzunu'.

Heyder Baba, Sulu yerin düzünde,
Bulak kaynar çay çemenin gözünde,
Bulakotu, üzer suyun üzünde,
Gözel kuşlar ordan gelib keçerler,
Halvetleyib bulakdan su içerler.

Biçin üstü sünbül biçen oraklar,
Ele bil ki, zülfü darar daraklar,
Şikarçılar bildirçini soraklar,
Biçinçiler ayranların içerler,
Bir huşlanıb, sondan durub biçerler.

Heyder Baba, kendin günü batanda,
Uşakların şamın yeyib yatanda,
Ay bulutdan çıkıb kaş-göz atanda,
Bizden de bir sen onlara kıssa de,
Kıssamızdan çoklu gam u gussa de.

Karı nene gece nağıl deyende,
Külek kalkıb kap-bacanı döyende,
Kurd keçinin Şengülüsün yeyende,
Men kayıdıb bir de uşak olaydım,
Bir gül açıb ondan sora solaydım.

‘Emmecan’ın bal bellesin yeyerdim,
Sondan durub üs donumu geyerdim,
Bahçalarda tiringeni deyerdim,
Ay özümü o ezdiren günlerim,
Ağac minib, at gezdiren günlerim.

Heçi hala çayda paltar yuvardı,
Memmed Sadık damlarını suvardı,
Heç bilmezdik dağdı, daşdı, divardı
Her yan geldi, şıllak atıb aşardık,
Allah, ne koş, gamsız-gamsız yaşardık.

Şeyhülislam münâcatı deyerdi,
Meşed Rahim lebbâdeni geyerdi,
Meşdâceli bozbaşları yeyerdi,
Biz hoş idik, hayrat olsun, toy olsun,
Fark eylemez, her n’olacak, koy olsun.

Melik Niyaz verendilin salardı,
Atın çapıb kıykacıdan çalardı,
Kırkı tekin gedik başın alardı.
Dolayıya kızlar açıb pencere,
Pencerelerden ne gözel menzere.

Heyder Baba, kendin toyun tutanda,
Kız gelinler hena, pilte satanda,
Bey geline damdan alma atanda,
Menim de o kızlarında gözüm var,
Aşıkların sazlarında sözüm var.

Heyder Baba, bulakların yarpızı,
Bostanların gülbeseri, karpızı,
Çerçilerin ağ nebatı sakkızı,
İndi de var damağımda, dad verer,
İtgin geden günlerimden yad verer.

Bayram idi gece kuşu okurdu,
Adaklı kız bey çorabın tokurdu,
Herkes şalın bir bacadan sokurdu,
Ay ne gözel kaydadı şal sallamak,
Bey şalına bayramlığın bağlamak.

Şal istedim men de evde ağladım,
Bir şal alıb tez belime bağladım,
Gulam gile kaçdım, şalı salladım,
Fatma hala mene çorab bağladı,
Han nenemi yada salıb ağladı.

Heyder Baba, Mirzemmed’in bahçası,
Bahçaların turşa şirin alçası,
Gelinlerin düzmeleri, tahçası
Hey düzüler gözlerimin refinde,
Heyme vurar hatıralar sefinde.

Bayram olub, kızıl palçık ezerler,
Nakış vurub, otakları bezerler,
Tahçalara düzmeleri düzerler
Kız-gelinin fındıkçası, henası,
Heveslener anası, kaynanası.

Bakıçının sözü, sovu, kağızı
İneklerin bulaması, ağızı,
Çerşenbenin girdekânı, mövizi
Kızlar deyer: “Atıl-matıl, çerşenbe,
Ayna tekin bahtım açıl, çerşenbe”.

Yumurtanı göyçek, güllü boyardık,
Çakkışdırıb sınanların soyardık,
Oynamakdan birce meğer doyardık,
Eli mene yaşıl aşık vererdi,
İrza mene novruz gülü dererdi.

Novruz Ali hermende vel sürerdi,
Kâhdan enib küleşlerin kürerdi,
Dağdan da bir çoban iti hürerdi,
Onda gördün ulak ayak sahladı,
Dağa bakıb kulakların şahladı.

Akşam başı nahırçılar gelende,
Kodukları çekib, vurardık bende,
Nahır keçib gedib yetende kende,
Heyvanları çılpak minib kovardık,
Söz çıksaydı, sine gerib sovardık.

Yaz gecesi çayda sular şarıldar,
Daş kayalar selde aşıb, karıldar,
Karanlıkda kurdun gözü parıldar,
İtler gördün, kurdu seçib ulaşdı,
Kurd da gördün, kalkıb gedikden aşdı.

Kış gecesi tövlelerin otağı,
Kentlilerin oturağı, yatağı,
Buharıda yanar odun yanağı,
Şebçeresi, girdekânı, iydesi,
Kendi basar gülüb-danışmak sesi.

Şücâ haloğlunun Baki savgati,
Damda kuran samavarı, söhbeti,
Yadımdadı şestli keddi, kameti,
Cünemmegin toyu döndü, yas oldu,
Nene Kız’ın baht aynası kâs oldu.

Heyder Baba, Nene Kızın gözleri,
Rakşende’nin şirin-şirin sözleri,
Türki dedim, okusunlar özleri,
Bilsinler ki, adam geder ad kalar,
Yahşı-pisden ağızda bir dad kalar.

Yaz kabağı gün güneyi döyende,
Kend uşağı kar güllesin sövende,
Kürekçiler dağda kürek züvende,
Menim ruhum ele bilin ordadır,
Kehlik kimi batıb kalıb, kardadır.

Karı Nene uzadanda işini,
Gün bulutdan eyirerdi teşini,
Kurd kocalıb, çekdirende dişini,
Sürü kalkıb dolayıdan aşardı,
Badyaların südü aşıb-daşardı.

Hecce Sultan emme dişin kısardı,
Molla Bağır emoğlu tez mısardı,
Tendir yanıb, tüstü evi basardı,
Çaydanımız arsın üste kaynardı,
Kovurkamız saç içinde oynardı.

Bostan pozub getirerdik aşağı,
Doldurardık evde tahta tabağı,
Tendirlerde pişirerdik kabağı,
Özün yeyib, tohumların çıtlardık,
Çok yemekden lap az kala çatlardık.

Verzeğan’dan armud satan gelende,
Uşakların sesi düşerdi kende,
Biz de bu yandan eşidib bilende,
Şıllak atıb bir kışkırık salardık,
Buğda verib armudlardan alardık.

Mirza Tağı’ynan gece getdik çaya,
Men bakıram selde boğulmuş aya,
Birden ışık düşdü otay bahçaya,
”Eyvay dedik, kurddu”, kayıtdık, kaşdık,
Heç bilmedik ne vakt küllükden aşdık.

Heyder Baba, ağaçların ucaldı,
Amma hayıf cevanların kocaldı,
Tokluların arıklayıb acaldı,
Kölge döndü, gün batdı, kaş kereldi,
Kurdun gözü karanlıkda bereldi.

Eşitmişem yanır Allah çırağı,
Dayır olub mescidüzün bulağı,
Râhat olub kendin evi, uşağı,
Mensur Han’ın eli kolu var olsun,
Harda kalsa, Allah ona yar olsun.

Heyder Baba, Moll’ İbrahim var, ya yok?
Mekteb açar, okur uşaklar, ya yok?
Hermen üstü mektebi bağlar, ya yok?
Menden ahonda yetirersen selâm,
Edebli bir selâm-ı mâ lâkelâm.

Hecce Sultan emme gedib Tebriz’e,
Amma ne Tebriz ki, gelemmir bize,
Balam durun, koyak gedek evmize,
Ağa öldü, tufakımız dağıldı,
Koyun olan yad gediben sağıldı.

Heyder Baba, dünya yalan dünyadı,
Süleyman’dan, Nuh’dan kalan dünyadı,
Oğul doğan, derde salan dünyadı,
Her kimseye her ne verib alıbdı,
Eflatun’dan bir kuru ad kalıbdı.

Heyder Baba, yaru yoldaş döndüler,
Bir-bir meni çölde koyub, çöndüler,
Çeşmelerim, çırahlarım, söndüler,
Yaman yerde gün döndü, akşam oldu,
Dünya mene harâbe-i şâm oldu.

Emoğluynan geden gece Kıpçağ’a,
Ay ki çıkdı, atlar geldi oynağa,
Dırmaşırdık, dağdan aşırdık dağa,
Meşmemi Han göy atını oynatdı,
Tüfengini aşırdı, şakkıldatdı.

Heyder Baba, Kara gölün deresi,
Hoşgenâb’ın yolu, bendi, beresi,
Orda düşer çil kehliğin feresi,
Ordan keçer yurdumuzun özüne,
Biz de keçek yurdumuzun sözüne.

Hoşgenâb’ı yaman güne kim salıb?
Seyyidlerden kim kırılıb, kim kalıb?
Amir Gafar dam daşını kim alıb?
Bulak gene gelib gölü doldurur,
Ya kuruyub, bahçaları soldurur.

Amir Gafar seyyidlerin tacıydı,
Şahlar şikar etmesi kıykacıydı,
Merde şirin, nâmerde çok acıydı,
Mazlumların hakkı üste eserdi,
Zalimleri kılıç tekin keserdi.

Mir Mustafa dayı, uca boy baba,
Heykelli, sakkallı, Tolustoy baba,
Eylerdi yas meclisini, toy baba,
Hoşgenâb’ın âb-ı rûsu, erdemi,
Mescidlerin, meclislerin görkemi.

Mecdüssâdât gülerdi bağlar kimi,
Guruldardı, buludlu dağlar kimi,
Söz ağzında erirdi yağlar kimi,
Alnı açık, yakşı, derin kanardı,
Yaşıl gözler çırağ tekin yanardı.

Menim atam süfreli bir kişiydi,
El elinden tutmak onun işiydi,
Gözellerin âhire kalmışıydı,
Ondan sonra dönergeler döndüler,
Mehebbetin çırağları söndüler.

Mir Sâlih’in deli sevlik etmesi,
Mir Aziz’in şirin şahsey getmesi,
Mir Memmed’in kurulması, bitmesi,
İndi desek, ahvâlâtdı, nağıldı,
Keçdi getdi, itdi batdı, dağıldı.

Mir Abdül’ün aynada kaş yakması,
Çövçülerinden, kaşının akması,
Boylanması, dam-divardan bakması,
Şah Abbas’ın dürbini, yâdeş behayr,
Hoşgenâb’ın hoş günü, yâdeş behayr.

Sitâr’ emme nezikleri yapardı,
Mir Kadir de her dem birin kapardı,
Kapıb, yeyib, dayça tekin çapardı,
Gülmeliydi onun nezik kappası,
Emmemin de, ersininin şappası.

Heyder Baba, Amir Heyder neyneyir?
Yakın gene samavarı keyneyir,
Day kocalıb, alt engiynin çeyneyir,
Kulak batıb, gözü girib kaşına,
Yazık emme, havâ gelib başına.

Hanım emme Mir Abdül’ün sözünü,
Eşidende eyer ağzı, gözünü,
Melkâmıd’a verer onun özünü,
Da’vaların şuhlugılan katallar,
Eti yeyib, başı atıb yatallar.

Fizze hanım Hoşgenâb’ın gülüydü,
Amir Yahya em kızının kuluydu,
Ruhsâre artist idi, sevgiliydi,
Seyid Hüseyn Mir Salih’i yansılar,
Amir Cefer geyretlidir, kan salar.

Seher tezden nahırçılar gelerdi,
Koyun kuzu dam bacadan melerdi,
Emme Can’ım körpelerin belerdi,
Tendirlerin kavzanardı tüstüsi,
Çöreklerin gözel iyi, istisi.

Göyerçinler deste kalkıb uçallar,
Gün saçanda kızıl perde açallar,
Kızıl perde açıb, yığıb kaçallar,
Gün ucalıb, artar dağın celâli,
Tebietin cevanlanar cemâli.

Heyder Baba, karlı dağlar aşanda,
Gece kervan yolun aşıb çaşanda,
Men hardasam, Tehran’da, ya Kâşan’da,
Uzaklardan gözüm seçer onları,
Hayâl gelib, aşıb keçer onları.

Bir çıkaydım Damkaya’nın daşına,
Bir bakaydım keçmişine, yaşına,
Bir göreydim neler gelib başına,
Men de onun karlarıylan ağlardım,
Kış donduran ürekleri dağlardım.

Heyder Baba, gül konçesi handandı
Amma hayıf, ürek gazası kandı,
Zindegânlık bir karanlık zindandı,
Bu zindanın derbeçesin açan yok,
Bu darlıkdan bir kurtulub kaçan yok.

Heyder Baba, göyler bütün dumandı,
Günlerimiz birbirinden yamandı,
Birbirizden ayrılmayın, amandı,
Yakşılığı elimizden alıblar,
Yakşı bizi yaman güne salıblar!

Bir soruşun bu karkınmış felekden,
Ne isteyir bu kurduğu kelekden?
Deyne, keçirt ulduzları elekden,
Koy tökülsün, bu yer üzü dağılsın,
Bu şeytanlık korkusu bir yığılsın.

Bir uçaydım bu çırpınan yelinen,
Bağlaşaydım dağdan aşan selinen,
Ağlaşaydım uzak düşen elinen,
Bir göreydim ayrılığı kim saldı?
Ölkemizde kim kırıldı, kim kaldı?

Men senin tek dağa saldım nefesi,
Sen de kaytar, göylere sal bu sesi,
Baykuşun da dar olmasın kefesi,
Burda bir şîr darda kalıb bağırır,
Mürüvvetsiz insanları çağırır.

Heyder Baba, gayret kanın kaynarken,
Karakuşlar senden kopub kalkarken,
O sıldırım daşlarıynan oynarken,
Kavzan, menim himmetimi orda gör,
Ordan eyil, kâmetimi darda gör.

Heyder Baba, gece durna keçende,
Köroğlunun gözü kara seçende,
Kıratını minib, kesib biçende,
Men de burdan tez matlaba çatmaram,
Eyvaz gelib çatmayıncan yatmaram.

Heyder Baba, merd oğullar doğginan,
Nâmerdlerin burunların oğginan,
Gediklerde kurdları dut boğginan,
Koy kuzular ayın şayın otlasın,
koyunların kuyrukların katlasın.

Heyder Baba, senin könlün şad olsun,
Dünya varken ağzın dolu dad olsun,
Senden keçen yakın olsun, yad olsun,
Deyne menim şâir oğlum Şehriyâr,
Bir ömürdür gam üstüne gam çalar.


Şair Şehriyar

DOSTLUK ÜZERİNE...


Kasabanın birinde yaşayan bir aile varmış. Ailenin tek çocuğu  eve geç gelir, anne-babasını endişelendirirmiş. Babası birgün sormuş: “Oğlum ne yapıyorsun gece geç saatlere kadar böyle?” Çocuk “Arkadaşlarımla, dostlarımla birlikteyim baba” demiş. Babası “ Dost dediğin bir tane olur , o da her zaman değil.İhtiyacın oldugunda seni bulur” demiş. Çocuk “ Olurmu baba? Nerdeyse benim bütün arkadaşlarım dostumdur” cevabını verir.Baba diretir bunun üzerine. “Hayır oğlum olurmu? Madem onların hepsi senin dostun; o zaman bir deneme yapta gör” diye ogluna nasihat eder. Bu konuşma üzerine baba ogul , ahırda bir oglak kesip bir halıya sararlar. Sonra çocuk bütün arkadaşlarının  gece vakti evine gider ve yardım ister “Birini vurdum öldürdüm” diyerek. Ancak bütün dost bildiği arkadaşları olayı duyar duymaz kapıyı suratına kapatırlar. Çocuk eve üzgün bir şekilde döndüğünde babasına haklı oldugunu söyler. Babası ona yinede dostlugun bu demek olmadıgını anlatır. Çocuk bunun üzerine iyice şaşırır ve “Nasıl?” diye sorar. Babası derki “Yumurtacı Ali benim dostumdur, git ona, adam vurdugunu söyle ve gel” Çocuk Yumurtacı Alinin yanına gider ve adama halıyı göstererek durumu anlatır.Yumurtacı Ali  , çocuğu arka tarafa götürür ve derin bir kuyu kazar.Sonra da halıyı içine bile bakmadan kuyuya atar. Üstünüde soğan filizleri ile kaplar bir güzel. Orayı doldurur. Ve sonra “Babana selam söyle” deyip çocugu ugurlamış.Çocuk büyük bir sevinçle babasının yanına gelir. “Evet babacıgım. Dostluk bu olsa gerektir.” der babasına. Babası “Hayır oglum. Dostluk bu demek degil” diye cevap verir. Çocuk iyiden iyiye şaşkınlık içindedir.Babası ertesi günün Cuma oldugunu ve Alinin pazar yerinde yumurta tezgahı oldugunu söylerek devam eder. “Aliye git ve tezgahı devir.Eğer Ali amcan laf söylemeye kalkarsa bir de tokat at” der. Çocuk “Olurmu baba? Bu kadar iyibir insana bu yapılırmı” diye sormuş.Babası “Sen dediğimi yap ve dostlugun ne demek olduğunu öğren” diye cevap verir. Ertesi gün çocuk pazara gider ve Yumurtacı Alinin tezgahına tekme atarak tezgahı devirir.Kendisine “Ne yapıyorsun oglum. Dur” diyen Aliye de bir tokat atar ve arkasına bakmadan oradan kaçar.Ardından Yumurtacı Ali çocuğa şu şekilde seslenir:

“OĞLUM! BABANA SELAM SÖYLE. BİZ 1000 YUMURTAYA , 1 TOKATA SOĞAN TARLASI BOZMAYIZ”

DOSTLUK O KADAR KOLAY DEĞİL. O KADAR KOLAY KAZANILSAYDI ADI DOSTLUK OLMAZDI. 



Bu hikayeyi dost bildiğim ve vaktiyle en yakınımda yeralmış olan ancak artık benimle tek ortak paydası aynı göğün altında yalamak olan ve  yakınımda yeri olmayan insanlara ithaf ediyorum. ve sormak istiyorum birgün bu yazıyı okursanız şayet;
Ben size ne yaptım da buna reva görüldüm??? Bana reva gördüğünüz hakmıydı???

BUTTERFLY EFFECT(KELEBEK ETKİSİ) FİNAL SAHNESİNDEKİ ŞARKI


Dur Bekle!
Sakın korkma
Değiştiremezsin olup biteni 
Bırak gülüşün parıldasın
Sakın korkma
Kaderin seni sıcak tutar
Çünkü söner zamanla
Bütün yıldızlar
Yalnızca üzülmemeye çalış
Göreceksin bir gün yine
Al neye gerek duyuyorsan
Ve devam et yoluna 
VE durdur yüreğinden dökülen gözyaşlarını
Ayağa kalk.Hadi
Ne korkutuyor seni?
Değiştiremezsin olup biteni... 

ÖĞRENDİM Kİ...



ÖĞRENDİM Kİ... - Kimseyi sizi sevmeye zorlayamazsınız, Kendinizi sevilecek insan yapabilirsiniz gerisini karşı tarafa bırakırsınız .
ÖĞRENDİM Kİ... - Güveni geliştirmek yıllar alıyor yıkmak bir dakika ..
ÖĞRENDİM Kİ... - Hayatında nelere sahip olduğun değil, kiminle olduğun önemli.
ÖĞRENDİM Kİ... - Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanman mümkün, ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek .
ÖĞRENDİM Kİ... - Kendini en iyilerle kıyaslamak değil, kendini en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.
ÖĞRENDİM Kİ... - İnsanların başına ne geldiği değil, o durumda ne yaptıkları önemli.
ÖĞRENDİM Kİ... - Ne kadar küçük dilimlersen dilimle, her işin iki tarafı vardır.
ÖĞRENDİM Kİ... - Olmak istediğin insan olabilmen, çok vakit alıyor.
ÖĞRENDİM Kİ... - Karşılık vermek, düşünmekten çok daha basit.
ÖĞRENDİM Kİ... - Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek, hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.
ÖĞRENDİM Kİ... - Bittim dediğin andan itibaren, pilinin bitmesine daha çok var.
ÖĞRENDİM Kİ... - Sen tepkilerini kontrol edemezsen, tepkilerin hayatını kontrol eder.
ÖĞRENDİM Kİ... - Kahraman dediğimiz insanlar, bir şey yapılması gerektiğinde yapılması gerekeni şartlar ne olursa olsun yapandır.
ÖĞRENDİM Kİ... - Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.
ÖĞRENDİM Kİ... - Bazı insanlar sizi çok seviyor, ama bunu nasıl göstereceklerini bilemiyor.
ÖĞRENDİM Kİ... - Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterirseniz, bazıları hiç karşılık vermiyor.
ÖĞRENDİM Kİ... - Para ucuz bir başarıdır.
ÖĞRENDİM Kİ... - En iyi arkadaşınla sıkıcı an olmaz.
ÖĞRENDİM Kİ... - İki insan aynı şeye bakıp, tamamen farklı şeyler görebilir.
ÖĞRENDİM Kİ... - Aşık olmanın ve aşkı yaşamanın çok çeşidi vardır.
ÖĞRENDİM Kİ... - Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar daha uzun yol yürüyor...

21 Nisan 2012 Cumartesi

YORGUN AKŞAMLAR

Gene yorgun, gene durgun ve gene uykusuz akşamlar.
Hayat yordun bizi.
Hayat üzdün bizi. 
Hayat, sana daha ne denilebilir?

18 Nisan 2012 Çarşamba

YENİ BİR BLOG HAKKINDA

Geçen hafta yeni bir blog yapma fikri aklıma geldi nedense. Adını da pişmanlıklar olarak düşündüm. Umarım güzel olur. Yaşanmız pişmanlıklarınızı ve içerisinde yeralan kişi, zaman, mekan olgularını anonim olarak tarafıma mail olarak yollarsanız, belki bu pişmanlıklardan birileri ders çıkarır. En içten şekilde yardımlarınızı bekliyorum. Unutmayalım paylaştıkça sevgi çoğalır sözü yalandır. Paylaştıkça çoğalan tek şey bilgi ve tecrübedir. Saygıyla ve katkıda bulunmanız dileğiyle efendim.