24 Aralık 2009 Perşembe

HAYATIN İÇİNDEN...














Edirne'de bir sokak köpeği...
Otomobilin çarpması sonucu yavrusu ölen sokak köpeği,
yavrusunun başından saatlerce ayrılmadı. Yeniimaret mevkisinde bir otomobilin çarpması sonucu yavrusu ölen anne köpeğin hüznü görenleri duygulandırdı. Anne köpeğin yürek burkan hali, çevredeki vatandaşları etkilerken, annelik içgüdüsünün tüm canlılarda ne kadar yoğun olduğunu da bir kere daha gözler önüne serdi.
Yavrusunu yalayarak hayata döndürmeye çalışan anne köpek, saatlerce yavru köpeğin başından ayrılmazken, bölgedeki kargaların da yavrusunun üzerine konmasına önlemek için çaba harcaması dikkatleri çekti.
Ne denebilir ki böyle durumlar için!
Dert ağlatır aşk söyletir derler
işte öylesine birşey...
Ana olmak bu resimlerde anlatılan gibi bir şey olsa gerektir.
Boşuna dememişler;
Analık doğuştan gelir babalık sonradan öğrenilir.
Aynen öyle...














Yukarıdaki fotoğraf; Ağrı'da çekilmiş...Şiddetli soğuklar nedeniyle donarak ölen bir köpeğin, yavrusu...Ölen annesinin başında saatlerce bekleyen bu yavruya ve yüzündeki ifadeye bir bakarmısınız....Şimdi kim diyebilir veya kim iddia edebilir ki bu köpekçik bir HAYVAN?
Filistinde,Gazze sınırına yakın bölgelerde, İNSAN? adı altında yaşayan vicdansızlar, sırf eğlence olsun diye cesetleri fotoğraflarken ve bunu yaparken garip bir şekilde gülerken...

1 Aralık 2009 Salı

KIZKARDEŞİM MOMMO

































Almanyadaki teyzeden gelen mektubu Ahmet okumakta, dedesi ve Ayşe dinlemektedir. Teyzeleri mektupta çocukları almanyaya götürmekten bahsetmektedir. Mektup bitince Ayşe dedesine sorar

- Sen de gelecek misin almanyaya?

Felçli olan ve kendisine çok uzun bir ömür biçmeyen dede:

- Yok, ben başka yere gideceğim

der. çocuklar nereye gideceği konusunda ısrar edince, yutkunarak "Allah bilir" i ekler.

Gerçek bir hikayeden uyarlanan ve birçok ödüle layık görülmüş olan değerli bir hayat kesitidir kanımca. Zaten güzel olan filmin üzerine Erkan Oğur'un müzikleri de şahane yakışmış. Daha bir derinlik katıyor sanki.
Ne diyelim! Son söz; ağlamak lazım bu filmi izlerken...
Hayata, dünyaya, herşeyden de önce haksızlıklara, acılara...
Hayat aslında hüzün demektir değilmi ama!
Kimileri için Bazen, Kimileri için ise Her zaman...

26 Kasım 2009 Perşembe

KURBAN BAYRAMI




























Hayat böyle işte...
Neylersin kimileri gülerken kimileri ağlar.
Kimileri kurban olurken kimileri kurban eden olur hep.
Kader dedikleri böyle birşey olsa gerektir.
Kurban Bayramınız mübarek olsun....

4 Ağustos 2009 Salı

HÜZÜN GELDİ


















Türküler bitti
Halaylar durdu
Horonlar durdu
Al damar, mor damar, şah damar sustu
Bahçeler put kesildi birer birer
Meyveler salkım saçak taş
Bir bulut uçardı
Başı boş bedava
Yandı kül oldu
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu
Ağaç büyür arkasında koşamam
Kervan yürür peşi sıra düşemem
Yıldız akar uçsam da yetişemem
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu

21 Temmuz 2009 Salı

DEMEDİMMİ

İSTEMEM





Demek sen böyle salına salına bensiz gidiyorsun ey canımın canı.
Ey, dostlarının canına can katan,
Gül bahçesine böyle bensiz gitme istemem.

İstemem, ey gökkubbe, bensiz dönme
İstemem, ey ay, bensiz doğma.
İstemem, ey yeryüzü, bensiz durma
Bensiz geçme, ey zaman, istemem.

Sen benimle beraberken
Hem bu dünya güzel bana, hem o dünya güzel.
İstemem, bensiz kalma bu dünyada sen,
O dünyaya bensiz gitme, istemem.

İstemem, ey dizgin, bensiz at sürme.
İstemem, ey dil, bensiz okuma.
İstemem, ey göz, bensiz görme.
Bensiz uçup gitme, ey ruh, istemem.

Senin aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin.
Ben bir geceyim, sen bir aysın madem,
Gökyüzünde bensiz gitme, istemem.

BLOGGER: DÜZENİ DÜZENLE

Az önce blogta birkaç düzenleme yaparken dikkatimi çekti, blog başlığına yazdığı yazı.
"DÜZENİ DÜZENLE"
Peki çok güzel ama nasıl bu düzene, bir düzen getirilecek??

23 Nisan 2009 Perşembe

ANLADIM...

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım..
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak,dinleyerek değil..
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen hergün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım..
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım..
Fakat,hakedermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terkettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım..
''Sana ihtiyacım var, gel ! '' diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım..
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım..
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni afetmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
ANLADIM...

ÇOCUKLUĞUM






















Affan Dede'ye para saydım
Sattı bana çocukluğumu
Artık ne adım var ne yaşım
Bilmiyorum kim olduğumu
Hiçbir şey sorulmasın benden
Haberim yok olan bitenden

Bu bahar havası bu bahçe
Havuzda su şırılşırıldır
Uçurtmam bulutlardan yüce
Zıpzıplarım pırıl pırıldır
Ne güzel dönüyor çemberim
Hiç bitmese horoz şekerim
.....................................

Geçip gitti ömrümüzün çocukluk mevsimi,
Tıpkı şairin biraz yukarıdaki dizeleri gibi.
Nasıl da akıverdi elimizden öocukluk mevsimi.
Bir ilkbahar sonrasında yaz gelir ya anlayamayız nasıl bittiğini ilkbaharın...
İşte öyle bitiverdi ömrümüzün ilkbaharı.
Dante gibi ortaladık ömrü bakalım,
Fenerin söndüğü son liman neresidir kimbilir?
Sonbahar hangi şafakta değer bu ömre kimbilir?
Bugün dediğin nedir, yarın dediğin nedir kimbilebilir?
Esasen hayat dediğin nedir ki?
Bir elektriksel yanılsama değil mi tüm bu olan biten?
Eğer öyle değilse doğrusu nedir kimbilir??
....................................................
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında...

8 Nisan 2009 Çarşamba

SÖZÜN ÖZÜ...
























İran'lı şair der ki : "Aşka uçma, kanatların yanar...!"
MEVLÂNÂ der ki : "Aşka uçamadıktan sonra kanat neye yarar. ?"
Ve yine Hz.Mevlana'nın bir diğer deyişinde özetlediği gibi:
"Altın ne oluyor, can ne oluyor,
inci mercan da nedir
bir sevgiye harcanmadıktan,
bir sevgiliye feda edilmedikten sonra..."

6 Nisan 2009 Pazartesi

KONFÜÇYÜSDEN KISSADAN HİSSE...

Badsector'ün blogunda yer alan ve oldukça hoşuma giden bir anekdottur kendileri efendim. Hayatta hangi kavramların doğru, hangi kavramların yanlışlığı ancak bu denli güzel bir dille anlatılabilirdi. Doğru yada yanlış dediklerimiz, acaba gerçekten doğru mu yada yanlışmı? doruluk ve yanlışlıkta objektiflik dedikleri şey bu olsa gerektir...

Konfüçyüs, Hükümdar'ın isteği üzerine bir süre için şehrin yönetiminde olmayı kabul etti. Yedi gün izledi. Yedinci gün yüksek memur Sao-Çeng'i idam ettirdi, cesedin üç gün açıkta kalmasını emretti.Öğrencileri çok şaşırdılar, yanına gittiler, sordular: "Sao-Çeng bu şehirde hatırlı ve kuvvetli bir adamdı. Şehrin yönetimini aldıktan sonra ilk işiniz onu astırmak oldu. Bu yaptığınız doğru mudur? Bildiğimiz kadarıyla bu adam haydutluk, hırsızlık yapmamıştı..."Konfüçyüs "Yaptığımın nedenlerini size açıklayayım" dedi ve anlattı:"Dünyada beş ağır suç vardır. Haydutluk ve hırsızlık bunların arasında değildir, daha sonra gelirler. Bu beş suç şunlardır: Birincisi uyumsuz ve asi bir tabiatla birlikte gözüpeklik;
İkincisi aşağı bir hayat tarzıyla birlikte inatçılık;
Üçüncüsü çenesinin kuvvetli olmasıyla birlikte yalancılık;
Dördüncüsü herkesin ayıbını, kusurunu aklında tutmakla birlikte herkesle dost geçinmek;
Beşincisi hak ve adalet duygusu olmamakla birlikte yaptığı haksızlıkları süslü ve parlak gerekçeler arkasına gizlemek...Sao-Çeng'de bunlarin beşi de vardı. Nereye gitse taraftar topluyor, hizipler yaratabiliyordu; aldatıcı fikirlerini parlak konuşmaların arkasına gizleyebiliyordu; zulmüyle adaleti tersine çevirebiliyordu.Bunlar birleştiği zaman ortaya çok güçlü bir kötülük çıkar. Ben de şehir halkı için tasalanmak yerine bu adamı idam ettirmeyi tercih ettim...

Sonuç olarak;
"Gerçek, bazen görünenden çok farklıdır.Görünenni doğru algılayıp doğru yorumlamak da bir o kadar önemlidir."

5 Nisan 2009 Pazar

ÖLÜME DAİR-IV

Bir varmış bir yokmuş...
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir matrixx varmış...
Doğmuş bu dünyaya gelmiş, hem de taa hakiki dünyadan kalkmış gelmiş bu dünyaya...
Annesinden süt emmiş...
Minik minik gülümsemeler göstermiş yaşama, dünyaya , herbir varlığa...
Biraz daha büyümüş sonra...
Emeklemeler başlamış...
Emekleyip durmuş doğrulara, yaşama, bu yalan dünyaya...
İçinde bir ses varmış, hep durup dinlenmeden dinlediği bir ses...
Biraz daha büyümüş....
Simit satmış, ayakkabı boyamış, bilet satmış, jeton satmış...
İçinde bir ses varmış, hep durup dinlenmeden dinlediği bir ses...
Hayattan hayatını kazanmaya çalışmış...
Okula gitmiş, ilk orta ve lise derken üniversiteler bitirmiş...
İçinde bir ses varmış, hep durup dinlenmeden dinlediği bir ses...
Yatılı okullarda, değişik mekanlarda geçmiş hayatı...
Askere gitmiş sonra, vatana hizmet etmiş bir süre.
İçinde bir ses varmış, hep durup dinlenmeden dinlediği bir ses...
Evlenmiş sonra aradan zaman geçince...
Mutluymuş, herşeyi tammış da bir noksan olan şey o içindeki sesin dedikleriymiş...
Hiçlik kapısından geçmeye çalışıyormuş bu matrixx.
Hakiki dünyaya varabilmek için...
Sonra koskocaman bir hiçlik başlamış matrixx için.
Hakiki dünyayı bulmuş sonunda.
.....

HİÇ..



















Esasen koskocaman bir hiç kaldı bunca yıldır yaşadıklarımızdan....

Ömür dediğin neydi!

Yaşamak dediğin...

Yada doyasıya yaşadım dediğin!

Koskoca bir hiç kaldı geriye buna yıldır yaşadıklarımızdan...

Aslında o koskoca bir hayat, minicik üç harften ibaretmiş...

Kocaman bir minik kelime:

HİÇ...

IN THE MOOD FOR LOVE

Tür : Dram / Romantik
Gösterim Tarihi : 28 Eylül 2001
Yönetmen : Wong Kar-Wai
Senaryo : Wong Kar-Wai
Görüntü Yönetmeni : Christopher Doyle , Pin Bing Lee
Müzik : Mike Galasso
Yapım : 2000, Fransa / Hong-Kong , 98 dk.
Oyuncular :
Tony Leung Chiu Wai (Chow Mo-wan) , Maggie Cheung (Mrs. Chan, nee Su Li-zhen) , Ping Lam Siu (Ah Ping) , Rebecca Pan (Mrs. Suen) , Lai Chen (Mr. Ho)

Konu:
1962 yılının Hong Kong'u... Yerel bir gazetenin yazı işleri müdürü olan Chau ve eşi, Şangaylıların yaşadığı bir apartmana taşınırlar. Chau, taşınma gününde burada yeni kapı komşusu Li-Chun ile tanışır. Her ikisinin de eşlerinin yardımı olmaksızın eşya taşıyor olmaları ilginç bir tesadüftür. Li-Chun ve Chau, eşlerinin işte oldukları zamanı birlikte geçirmeye ve gitgide daha iyi arkadaş olmaya başlarlar. Neden sonra anlarlar ki, aslında ikisinin eşleri arasında bir ilişki vardır ve aldatılmaktadırlar.

Durumu keşfetmek, onları aşk hayatlarını yeniden gözden geçirmeye ve birbirlerinden destek almaya itecektir...

Türkçe adı ile AŞK ZAMANI müzikleri ve konusu ile mükemmel bir film diyebilirim. Son dönem Uzakdoğu sinemasından güzel kurgulanmış bir film. Mükemmel ötesi müzikleri ile film sanki zamanın ötesine geçmeyi başarmış gibi hissettiriyor insana. Oyuncular da tıpkı filmin ağırlığına ve kalitesine uygun olarak davranıyorlar.Uzakdoğu kültür ve ahlak kavramları değişik duyguların karşısında yeniden ama ağırlığından bir şey kaybetmeden yorumlanıyor. Şu an için dinlediğiniz müzik ise bu filmden alıntıdır. Adı "Yumeji's Theme". Şiddetle tavsiye edilecek film ve müziklerdir.

ÖLÜME DAİR-III

Daha henüz hayatın, yaşamanın ve bilumum güzellikleri yada acıların, çilelerin tecrübelerini demleyememişken çaydanlığımda; şimdi gariptir ki ölüme dair şeyler düşünmekteyim ve de bir yandan da karalamaktayım. Nerdedir gizemi bu hayatın? Nerdedir sırrı bu garip hayatın?
Ve yine nerde bulunur gizemi bu kahpe hayatın? İyiler bir bir giderken hakiki alemdeki istirahatgahlarına, bizler kalıyoruz sırf burada, sanki çile doldururcasına...
Garip olan da bu ya... Şimdi gene matrix filminden bana çağrışımlar gelecek(birazda aptalcasına sanki). Hani Trinity der ya Neo'ya , ilk filmin ortalarında bir yerde. Aynen şöyle seslenir:
-Neo! İstersen gitmekte özgürsün. Ama sokağın sonunun nereye vardığını sen de biliyorsun.

Filmin bir diğer sahnesinde Neo ile Trinity arasında şuna benzer bir diyalog geçer:
-Trinity ha. O sensin demek. Hani şu hedehödö veritabanını kıran Trinity?
-O çok geride kaldı. Şimdi daha önemli bir sorun var.

Morpheus da benzer şekilde Neo'nun yolunu bulmasına yardımcı olur. İlk karşılaşmalarında aralarında geçen diyalog şuna benzer şekilde sirayet eder:

-Neo. Çok uzun zamandır seni aradım. Ama artık sonunda bulduğuma inanıyorum.
-Nasıl yani?
-Matrix ilk kurulduğunda kodları görebilen ve bağımsızca hareket edebilen bir vardı. Hepimizi o kurtardı. Efsaneye göre O bir gün mutlaka geri dönecekti. ve ben onu buldum. O, sensin Neo.
-Matrix nedir?
-Kimse tam olarak Matrix'i anlatamaz. Bunu yaşamak gerekir. Yıllardır kendi kendine sorduğun bir soru vardı Neo. Bir şeylerin ters gittiğini hep biliyordun. Ama bir türlü nasıl böyle olduğunu asla açıklayamıyordun. İşte sana fırsat Neo. Mavi hapı seçersen hiçbirşey olmamış gibi yatağında uyanırsın ve artık her neye inanmak istiyorsan ona inanırsın. Kırmızı hapı seçersen sana sadece ve sadece gerçekleri gösterebilirim. Ve tavşan deliğinin aslında nerelere uzandığını görürsün Neo. Seçim senin.


İşte böyle ya dostlar. Film bile olsa Neo gerçeğe bir adım yaklaşmıştır. Peki ya şimdi neden sanal alemde MATRİXX nickini kullandığımı umarım anlamışsınızdır. Bİr bilinmeyenin içinde her bir insanoğlu gibi dolanmaktayım. Dİğer insanlardan kendime göre hissedebildiğim en önemli fark "Bu işte bir gariplik olduğu" dur. Bu farklılıkta yüzmekteyim bilinmezlikler denizinde ama bir türlü içinde olduğu paradokstan çıkamamaktayım.Nedir mi içinde bulunduğum bu paradoks? Hani şu sizin dünya dediğiniz, hayat dediğiniz şey var ya işte odur benim içinde olupta çabalayıp çabalayıp bir türlü çıkamadığım, öze varamadığım paradoks...

ÖLÜME DAİR-II




















Buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz.
Biliyorum, ben uyurken
hücreme pencereden girdiniz.
Ne ince boyunlu ilâç şişesini
ne kırmızı kutuyu devirdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
başucumda durup el ele verdiniz.
Buyrun, oturun dostlar
hoş gelip sefalar getirdiniz.

Neden öyle yüzüme bir tuhaf bakılıyor?
Osman oğlu Hâşim.
Ne tuhaf şey,
hani siz ölmüştünüz kardeşim.
İstanbul limanında
kömür yüklerken bir İngiliz şilebine,
kömür küfesiyle beraber
ambarın dibine...

Şilebin vinci çıkartmıştı nâşınızı
ve paydostan önce yıkamıştı kıpkırmızı kanınız
simsiyah başınızı.
Kim bilir nasıl yanmıştır canınız...
Ayakta durmayın, oturun,
ben sizi ölmüş zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
hoş gelip sefalar getirdiniz...

Yayalar-köylü Yakup,
iki gözüm, merhaba.

Siz de ölmediniz miydi?
Çocuklara sıtmayı ve açlığı bırakıp
çok sıcak bir yaz günü
yapraksız kabristana gömülmediniz miydi?
Demek ölmemişsiniz?

Ya siz?
Muharrir Ahmet Cemil?
Gözümle gördüm
tabutunuzun toprağa indiğini.

Hem galiba
tabut biraz kısaydı boyunuzdan.
Onu bırakın Ahmet Cemil,
vazgeçmemişsiniz eski huyunuzdan,
o ilâç şişesidir
rakı şişesi değil.
Günde elli kuruşu tutabilmek için,
yapyalnız
dünyayı unutabilmek için
ne kadar çok içerdiniz...
Ben sizi ölmüş zannediyordum.
Başucumda durup el ele verdiniz,
buyrun, oturun dostlar,
hoş gelip sefalar getirdiniz...

Bir eski Acem şairi:
«Ölüm âdildir» — diyor, —
«aynı haşmetle vurur şahı fakiri.»

Hâşim,
neden şaşıyorsunuz?
Hiç duymadınız mıydı kardeşim,
herhangi bir şahın bir gemi ambarında
bir kömür küfesiyle öldüğünü? ...

Bir eski Acem şairi:
«Ölüm âdildir» — diyor.
Yakup,
ne güzel güldünüz, iki gözüm.
Yaşarken bir kerre olsun böyle gülmemişsinizdir...
Fakat bekleyin, bitsin sözüm.
Bir eski Acem şairi:
«Ölüm âdil...»
Şişeyi bırakın Ahmet Cemil.
Boşuna hiddet ediyorsunuz.
Biliyorum,
ölümün âdil olması için
hayatın âdil olması lâzım, diyorsunuz...

Bir eski Acem şairi...
Dostlar beni bırakıp,
dostlar, böyle hışımla
nereye gidiyorsunuz?

31 Mart 2009 Salı

MATRİXX

Koskoca bir yalan demektir bu hayat...
Herşeye bir şekilde inandığımız,
İnandırılmak zorunda kalındığımız,
Koskoca bir yalan...
*********
Nedir bu xx matrixx??
Matrix bir bilinmeyendir
X ise bir diğer bilinmeyen.
Her bir X ise biribirinden farklı birer bilinmeyenler...
Ama bu diğer Xler aynı X mi yoksa birbirlerinden farklı Xlermi
Bu da bir diğer bilinmeyen...
İşte size yada kendisine yada her hangi birisine, bilinmeyenlerin varlığında bilinenlerden yola çıkarak
Birşeyleri açıklama gayreti güden bir düşünen varlık
XXMATRİXX...
*********
Kendim bile bir hayatı anlayamıyorken,
Bu dünyada birçok olguya hala bir yorum getiremiyor ve hala bir mantık kurgusu yapamıyorken,
Bilmiyorum acaba ben kime neyi açıklama gayretindeyim hala?
*********
Düşünüyorum öyleyse varım demiş zatın birisi, bundan oldukça uzun zaman önce.
Ben de kendi zannımca düşünüyor gibiyim.
Ancak ben düşünüyorsam varım diyemiyorum.
Düşünüyorum ama düşüncelerim neden bir noktada birşeylere deva olamıyor.
Düşünüyorum Afrika'da açlıktan kırılanları...
Düşünüyorum Savaşlarda yokolanları...
Düşünüyorum kendi kanındakilere kurşun sıkanları...
Düşünüyorum her uyanışımda gaflet uykusundan,
Birbirini gammazlayıp acımasızca satanları...
Düşünüyorum solcuları, teröristleri, marksistleri, faşistleri, marxcıları, ateistleri, tarikatçıları, sokkata gitar çalanları
Evsiz barksız olanları, milyarlık şarapları yudumlayanları,
Ekmeksiz yatıp kalanları, midesi sırtına yapışmış olanları,
İyileri, kötüleri, safları, salakları, akıllıları, uyanıkları...
Bİrçok şeyi düşünüyorum kendimce...
Kafa yormaya çalışıyorum.
Bir tek şey kalıyor aklımda, bunca düşüncelerin tortusundan geriye kalan;
Neden Ey Yüce Rabbim neden?
NEDEN...
Bir tek şey kalıyor geriye bu tortulardan süzülen;
BİZ İNSANLARI ISLAH EYLE YA RABBİM...

ŞEYH EDEBALİ'DEN NASİHAT

Ey Oğul! Beysin...
Bundan sonra öfke bize,
uysallık sana..
Güceniklik bize,
gönül almak sana...
Suçlamak bize,
katlanmak sana...
Acizlik bize, yanılgı bize,
hoş görmek sana...
Geçimsizlikler, çatışmalar,
anlaşmazlık bize,adelet sana...
Kötü göz, şom ağız,
haksız yorum bize,
bağışlama sana...

Ey Oğul!
Bundan sonra bölmek bize
bütünlemek sana...
Üşengeçlik bize,
uyarmak,gayretlendirmek
şekillendirmek sana...

Ey Oğul!
Sabretmesini bil,
vaktinden önce çiçek açmaz...
Şunuda unutma!
İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.

Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıl'a bağlı.
Allah (c.c.) yardımcın olsun!..

ERTUĞRUL GAZİ'DEN NASİHAT



















Bak oğul!
Beni kır; Şeyh Edebalı'yı kırma
O bizim boyumuzun ışığıdır
Terazisi dirhem şaşmaz.
Bana karşı gel; ona karşı gelme!
Bana karşı gelirsen üzülür, incinirim.
Ona karşı gelirsen gözlerim sana bakmaz olur.
Baksa da görmez olur.
Sözümüz Edebalı için değil,
Senceğiz içindir.
Bu dediklerimi vasiyetim say...

ÜŞÜYORUM...




















Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim parke parke taş duvarlarda

Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgar gibi, süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum

Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey

Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum

Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum..

27 Mart 2009 Cuma

DAYAN DİZLERİM DAYAN
















Yenik düşme!


Ne zamana,


Ne soğuğa, ne kahpeliğe,


Ne de kalleşlere!


Dayan...


Dayanabildiğin yere kadar...


UNUTMA KURTLAR AYAKTA ÖLÜR...

1 Mart 2009 Pazar

ÖLÜME DAİR













Yaşam adil olmasa da ölüm tarafsızdır.

SEARCH

Aramak, taramak yada sorgulamak...
Yada adına siz ne derseniz deyin. Bir insanın ömründe belki de bence en önemli olması gerektiğini düşündüğüm eylem yada olgu budur. İnsan dünyaya gelir. Beyninin içindeki hücreler artık birşeyleri algılama yeteneğinin de ötesine geçerek algıları yorumlayabildiği vakit, kişi için SEARCH modu başlamış demektir. İnsan, ömrü boyunca hep bu eylemi sürekli olarak yerine getirir. Nefes almak, koklamak, yemek yemek, görmek, bakmak yada konuşmak kadar çok doğal ve bir o kadar da merkezi sinir sistemi kontrolüne girmiş bir eylemdir SEARCH yapmak. Bakkala gideriz ekmek alırız. Ekmek almadan önce bayatmı tazemi sorgulama yaparız. Sonuca göre hareket ederiz. Bir kız görürüz. Eldeki özelliklerine göre sorgulama yapıp ondan hoşlanılıp hoşlanılmadığına karar veririz. Okul biter üniversite tercihimizi sorgularız ve buna göre seçim yaparız. Askere gider gelir vatanı sorgularız ve yine kendimiz cevaplarız. Evlenme zamanı gelir eş seçiminde sorgulama yaparız. Zaman biraz daha ilerler siyasi hayatı, eşitsizlikleri , hakı, adaleti sorgularız. Ama ben gibiler için hiç içinden çıkılmayan sonsuz sorgulama ise "NEDEN" sorgulamasıdır. Küçücük bir kelime belki bu "neden" kelimesi. Ama bana tüm dünyanın yükünü taşıyan belki de en ağır sorgulama kelimesi olarak geliyor ve omuzlarıma yükleniyor. Örneğin" neden bu saatte ben bu yazıyı bloguma yazma gereği duyuyorum?"
NEDEN????

28 Şubat 2009 Cumartesi

SHAPE OF MY HEART

He deals the cards as a meditation
And those he plays never suspect
He doesnt play for the money he wins
He doesnt play for the respect
He deals the cards to find the answer
The sacred geometry of chance
The hidden law of probable outcome
The numbers lead a dance

I know that the spades are the swords of a soldier
I know that the clubs are weapons of war
I know that diamonds mean money for this art
But thats not the shape of my heart

He may play the jack of diamonds
He may lay the queen of spades
He may conceal a king in his hand
While the memory of it fades

I know that the spades are the swords of a soldier
I know that the clubs are weapons of war
I know that diamonds mean money for this art
But thats not the shape of my heart
Thats not the shape, the shape of my heart

And if I told you that I loved you
Youd maybe think theres something wrong
Im not a man of too many faces
The mask I wear is one
Those who speak know nothing
And find out to their cost
Like those who curse their luck in too many places
And those who smile are lost

I know that the spades are the swords of a soldier
I know that the clubs are weapons of war
I know that diamonds mean money for this art
But thats not the shape of my heart
Thats not the shape of my heart

18 Şubat 2009 Çarşamba

AWAARA HOON






















Bu aşkın derdinden avare gezerim
Yıllardır perişan, berduş, derbederim
Avareyim, avareyim...

Yolunu kaybetmiş bir garip kuş gibi
Sevgilim diyerek çırpınır, inlerim
Avareyim, avareyim...

Dünya,
Dünya...
Ben senin merhametsiz okunla vurulmuşum
Avareyim, avareyim

Unutma sevgilim o geçen günleri
Gönülden atardık bütün hüzünleri
Avareyim, avareyim...

Soldu bak kalbimde aşkın gülleri
Sensiz ben öksüzüm, avare gezerim
Avareyim, avareyim...



"Aawaara hoon, aawaara hoon
ya gardish mein hoon aasmaan ka taara hoon
aawaara hoon
gharbaar nahin, sansaar nahin
mujhse kisi ko pyaar nahin
us paar kisi se milne ka ikraar nahin
mujhse kisi ko pyaar nahin
sunsaan nagar anjaan dagar ka pyaara hoon
aawaara hoon, aawaara hoon
ya gardish mein hoon aasmaan ka taara hoon
aawaara hoon
aabaad nahin barbaad sahi
gaata hoon khushi ke geet magar
zakhmon se bhara seena hai mera
hansti hai magar yeh mast nazar
duniya
duniya mein tere teer ka ya taqdeer ka maara hoon
aawaara hoon, aawaara hoon
ya gardish mein hoon aasmaan ka taara hoon
aawaara hoon, aawaara hoon, aawaara hoon"


Bir devre malolmuş, çocukluğumuza aynı şekilde mühür vurmuş dillere destan filmin dillere destan parçası... Bir çoğunuz hemen hatırladı sanırım bu parçayı. O çocuk halimizle bağıra çağıra gezerdik sokaklarda, söylediğimiz kelimelerin ne anlattığını bile bilmeden:
"avaramu avaramuuuu...."


Nostalji yapmak isteyenler için link:
http://www.dinleyiver.com/dinle-raj-kapoor_awara-hoon.html

31 Ocak 2009 Cumartesi

ÇOK YORGUNUM



















Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın...

HAYAT GÜZEL, DÜNYA GÜZEL





















Bakakalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam.

29 Ocak 2009 Perşembe

ÖMÜR DEDİĞİN...





























Bir insan ömrünü neye vermeli
Harcanıp gidiyor ömür dediğin
Yolda kalan da bir yürüyen de bir
Harcanıp gidiyor ömür dediğin

Yüreğin ürperir kapı çalınsa
Esmeyen yelinden hile sezerler
Künyeler kazınır demir sandıkta
Tükenip gidiyor ömür dediğin

Dışı eli yakar içi de seni
Sona eklenmeli sözün öncesi
Ayrılık gününün kör dereleri
Bölünüp gidiyor nehir dediğin

Bir insan ömrünü neye vermeli
Para mı onur mu taş diken bir yol
Ağacın köküne inmek mi yoksa
Savrulup gidiyor yaprak dediğin

14 Ocak 2009 Çarşamba

SONBAHAR


























Hayat bir sonbahardır elimizden akıp giden,
Nasıl gelip nasıl geçip gittiğini hiç anlamadığımız,
Ve asla anlayamayacağımız...

8 Ocak 2009 Perşembe

GİTMEK

























.... aslında hep birlikte ama bir yandan da küçük kollara ayrılmış yollarda yürüyorduk birlikte, ama yine de her birimiz, birbirimizin dayanılmaz yalnızlığından habersizce...
.... gidilen yol farklıydı sadece ve birde gidilen mesafe.... Sonuçta hep aynı yere varıyorduk fütursuzca, anlamsızca ve bir o kadar da garipcesine... Yaşamak dedikleri budur işte. Yürürsün aylar, yıllar ve hatta yollar boyunca ama sonra birde dönüp bakarsınki aslında başladığın yerden hiçbir yere kımıldayamamamışsındır bile. Bir acaip garabetin içinde bulursun kendini. Okullara gidersin mesela aylar, yıllarca... Ömrünü dirsek çürütmekle harcarsın. Ord. Prof yada mukabili olan bir sürü sıfatlar ve ödüller ve hatta dalında duayen olabileceğin bir mevkiye yada konuma bile gelebilirsin ama sonrasında yine bir de dönüp geçtiğin yollara bakarsın ve anlarsın ki o kadar okuyupta öğrendiğin şeye rağmen aslında yüzdüğün yine cehalet denizinin en derin kısımlarıdır. Aslında aydınlattığın şey sadece cahil olduğun gerçeğini öğrenmenden başka bir şey değildir. İşte hayat dedikleri budur... Bİr acaip olduğudur hayat. Ne kadarını anlamaya çabalarsan o kadar gaflet ve dalalet içinde olduğun gerçeğini farkederek kahretmeye başladığın anın içinde gizlidir hayat...


YALNIZ ADAM















Öyle bir an gelir ki, seni bazen sadece yine sen anlarsın...
An gelir, gölgen bile seni anlayamaz olur...