29 Nisan 2007 Pazar

NEYİ ARIYORSAN SEN O'SUNDUR...

Zulmün peşindeysen zalimsin, aşkı arıyorsan aşık...
Elinden tuttuğumuz her sevgili, bizi sü­rükleyip, kendi iç dünyamızın derinliklerinde bir keşif gezisine çıkarır.
Her ilişki, benliğimizde bir kazıdır aslın­da, her sevda ruhumuzun bir başka yüzü...
Her aşkta kendimizi ararız; o yüzden bulduklarımız, benzerlerimizdir.
Resimlerini yanyana koyun sevdiklerini­zin ve dikkatle bakın yüzlerine, onların suretlerinden kendi yüzünüz bakacaktır size...
Ta Berzah aleminde iken arkadaş olduğunuz ruhlardır aslında onlar. Dünyada belkide bir ömür boyunca işte o Berzah alemindeki arkadaşınızı arar durursunuz. Kimimiz benim gibi o arkadaşını bulur ve mutlu olur. Kimimiz ise bu arayış içinde feda olup hayatın külleri arasında savrulup gideriz. Kadir Mevla bulmayı nasip etti ise elden gelen yoktur. Eninde sonunda bulursunuz. Ama Kadir Mevlam nasip etmedi ise elden yine bir şey gelmez. Kuluz beşeriz. Bize düşen boyun eğmek , tevekkül etmek, şükür etmek ve en önemlisi de bu dünyanın aslında kocaman bir kandırmaca ve sınav olduğunu bilebilmek. İşte bu nedenle sevdiğim ben seninle öteki dünyayı arzuluyorum. bu sınav dünyasından gittikten sonra bile senden asla ayrılmamak istiyorum kadınım, hanımım. Dilerim Yüce Allah orda da bizi asla ayırmaz. Seni çok seviyorum kadınım. Seni çok seviyorum Boncuk gözlü Prensesim...

SEVGİLİM, KADINIM İÇİN BEBİŞ RESİMLERİ









































































Biricik kadınım, hayatımın anlamı dilerimki bir gün şirin , dünyalar tatlısı, güzeller güzeli ama herşeyden önemlisi tıpkı annesi gibi bir bebek bize de nasip eder Yüce Allah.

Sen gibi bakan,
Sen gibi kokan,
Sen gibi gülen,
Sen gibi ağlayan,
Sen gibi gıcıklaşan,
Sen gibi keçi olan,
Herşeyiyle senden bir parça olan,
Ona baktığımda seni görüyormuşum gibi olduğum,
Sen gibi bir bebek...
Sen gibi yüreği olan bir bebek...

SEN OLMAK GÜZEL ŞEYDİR SEVGİLİM...
SENİ HİÇBİRŞEY İÇİN DEĞİL, SENİ SEN OLDUĞUN İÇİN SEVİYORUM KADINIM...

EVLİLİK VE AŞKA DAİR...

Can Dündar' ait olduğunu sandığım Evlilik ve Aşka Dair güzel bir power point sunumunu paylaşmak istedim. Oldukça reel bir bakış açısıyla çok güzel açıklamış olayı.
Zevkle izlemen dileğimle... Sevdamız daim olsun kadınım. Seni çok seviyorum...
(download için aşağıdaki yazıyı tıklayınız)

EVLİLİK VE AŞK

28 Nisan 2007 Cumartesi

SİNİRLENİNCE OKUMAK LAZIM :)

Adam yeni kamyonuna bakmak için evinden çıktığında, üç yaşındaki oğlunun gayet mutlu bir biçimde
elindeki çekiçle kamyonunun kaportasını mahvettiğini görmüş.

Hemen oğlunun yanına koşmuş ve çocuğun eline çekiçle vurmaya başlamış. Biraz sakinleşince oğlunu
hemen hastaneye götürmüş. Doktor, çocuğun kırılan kemiklerini kurtarmaya çalıştıysa da elinden bir
şey gelmemiş ve çocuğun iki elinin parmaklarını kesmek zorunda kalmış. Çocuk ameliyattan çıkıp
gözlerini açtığında, bandajlı ellerini fark etmiş ve gayet masum bir ifadeyle, "Babacığım, kamyonuna
zarar verdiğim için çok üzgünüm." demiş ve sonra babasına şu soruyu sormuş: "Parmaklarım ne zaman
yeniden çıkacak?" Babası eve dönmüş ve hayatına son vermiş...

Birisi masaya süt döktüğünde ya da bir bebeğin ağladığını işittiğinizde bu öyküyü hatırlayın. Çok
sevdiğiniz birine karşı sabrınızı yitirdiğinizi anladığınızda, önce biraz düşünün. Kamyonlar
onarılabilir, ama kırılan kemikler ve incinen duygular hiçbir zaman onarılamaz; genellikle kişiyle
performansı arasındaki farkı göremeyiz. İnsan hata yapar. Hepimiz hata yaparız. Fakat öfkeyle ve
düşünmeden yapılan şeyler, insanı sonsuza kadar rahatsız eder. Harekete geçmeden önce durun ve
düşünün. Sabırlı olun. Anlayış gösterin ve sevin...

SEVDALIMA... KADINIMA...

Bin ömrüm olsa hepsini sana versem.
Bin canım olsa hepsini sana feda etsem.
Bin yüreğim olsa hepsiylede seni sevsem.
Bin kere doğsam Bin kere sana aşık olsam
Bin kere ölüp binkere mahşere varsam
Allaha yalvarsam,
"mahşerde beni ondan ayırma" diye ağlasam
Bin kere af dilesem Yaradandan
Bin kere seni bana bağışlasa
Bin kere aşık olsam
Bin kere yoluna köle olsam
Bin kere can versem
Bin kere yüreğinde hayat bulsam
Bilmem ben sana sevdamı nasıl anlatsam...
.............

21 Nisan 2007 Cumartesi

ASKER YOLU...

Karlı Dağlar Karanlığın Kalktı Mı Oy Oy
Kahpe Felek Ayrılığın Vakti Mi
Karlı Dağlar Ne Olur Ne Olur
Asker Ağam Gelse Yerelerim
Ey Olur Ey Olur Ey Olur

Bir Bulut Kaynıyor Sivas Elinden
Ucu Telli Mektup Geldi Yarimden
Karlı Dağlar Ne Olur Ne Olur
Asker Ağam Gelse Yarelerim
Ey Olur Ey Olur Ey Olur

Allah Bu Askere Ömürler Vere Oy Oy
Teskeresini Alıp Geriye Döne
Karlı Dağlar Ne Olur Ne Olur
Asker Ağam Gelse Yarelerim
Ey Olur Ey Olur Ey Olur

ASKER MEKTUBU GÖRÜLMÜŞTÜR

"Ey sevgili yarim, biriciğim, herşeyim, kadınım, aşkım, canım;
varolan tüm güzel kelimeleri sana kullanmak istiyorum. bağırmak istiyorum seni seviyorum diyerek. Adını "AŞK" koyduğum ey değerli insan. Az kaldı dinecek hasretlerimiz. Az kaldı bitecek çektiğiklerimiz. Sancılar, acılar , çileler bizim için değil elbette. Sınavımız hasret çekmekmiş bu dünyada. Sınavımızı veriyoruz ey meleğim. Artık mutlu olmak vaktidir ikimize. Koskoca bir ömrü var önümüzde. Her an her dakika gözümde tütüyor hayalin. Hatıralar an oluyor canlanıyor gözümde biriciğim... Bir sen bir ben bir de sen gibi keçi bebeğim. Bu dünyada ben daha ne isterim ey sevdiğim... Az kaldı bitti sayılır askerliğim. Ey sevdiceğim dayan bebeğim ve benim için. Asırlar gün oldu dikildi önümüze. Hasretler duvarlar ördü ömrümüze. Ayrılıklar pusular kurdu gönlümüzde. Ama yıkılmadık düşmedik sevgilim. Cepheyi terketmedik meleğim. AŞk cephesinde hasretlerin savaşını verdik birlikte gülyüzlü aşkım canım kadınım. AZ kaldı meleğim. son bir aya daha dayan aşkım. Geleceğim. Gelişimle dünyana bahar olup döküleceğim. Geleceğim, gelişimle dünyama bahar olup döküleceksin ey sevdiğim. Geleceğim, gülüşünle dünyama güneşler doğacak ey sevdiğim. Soğuk koğuşların karanlık köşelerinde gizlice gözyaşı dökmeyeceğim. Canım sıkıldığında göğsüne yaslanıp gözyaşlarımı tenine dökeceğim ey meleğim. Bir gün bu dünyadan göçüp giderken bile yüreğimde sonsuz sevdanla can vereceğim ey meleğim. Seni çok seviyorum kadınım... Seni aklına gelebilecek herşeyden çok ötede bir aşkla seviyorum kadınım, aşkım. Önce Allahıma sonra da kendine emanet ediyorum seni kadınım... Hoşça kal..."



Yukarıda bahsi geçen asker mektubunda herhangi bir kusurlu , bölücü , yasadışı unsur yada ifade görülmediğinden postaya verilmesinde sakınca görülmemiştir.


A..... Ç.......
.... Yüzbaşı
Bölük Komutanı

AŞKA DAİR BİR DEMET MISRA...

...
hasretini, yokluğunu, sensizliği
bir ateş yanığı gibi öyle acıyla duydum ki
yüreğimin etinde, git gide çoğalarak
gitgide derinden işleyerek
öyle dayanılmaz oldu ki bu
seni boğabilirim senden kurtulmak için
çünkü seni o kadar çok seviyorum...
...
N. hikmet

BEBİŞLER




















Gülyüzlüm, boncuk gözlüm , aşkım, kadınım bil bakalım bu bebişlere bakarken yüreğimden neler neler geçiyor ikimize dair :) SENİ ÇOK SEVİYORUM AŞKIM...

YÜREĞİ YARALI BEBEK

Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu.

Onun ipek yanaklarını doya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde :

"Dokunma bana ..." diye bir ses duydu.

"Beni okşamaya hakkın yok senin..."

Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı.

Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu.

Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü.

Aman Allahım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu.

"Bana yaklaşmanı istemiyorum" diye devam etti.

"Hemen uzaklaş benden..."

Kadın, biraz olsun kendini toplayarak :

"Çocuklarımız hep erkek oluyor" dedi.

"Onlar da güzel ama kız çocukları başka. Bu yüzden seni öpmek istedim."

"Beni öpemezsin" diye ağlamaya başladı bebek.

"Benim de seni öpemeyeceğim gibi..."

"Neden ?" diye sordu kadın."Neden öpemezsin ki ?"

Bebek, hıçkırıklara boğulurken :

"Bunun sebebini bilmen gerekir" dedi.

"Düşünürsen mutlaka bulacaksın..." Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi.

Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken :

"Geçmiş olsun hanımefendi" dedi. "Başarılı bir kürtajdı doğrusu. Ha..! Sahi, "kız"mış aldırdığınız bebek."

BİR BEBEĞİN YARIM KALMIŞ GÜNLÜĞÜ

5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.

Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana 5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.

Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.

19 Ekim: Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.

23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim… Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya… Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!

27 Ekim: Bugün pek mutluyum. İçimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?

2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.

12 Kasım: Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.

20 Kasım: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım…

25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..

10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanağım var… Anneme benziyorum galiba…

13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız…. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..

24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı… Hiç duymadığım bir şey bu… Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?

28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne… Anne… Anneciğim… Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap… Anne… Kolumu çekiyorlar anne… Canım yanıyor anne... Anne… Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne… Anne kalbimi parçalıyorlar… Anneciğim… Anne… Anne… An…

Ah! Kürtajınız tamamlandı hanımefendi. Geçmiş olsun !..

HERŞEYE RAĞMEN SEVGİ

Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış. "Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor.

- "Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyormuyuz?" diye soruyor...Sonra anlatmaya başlıyor:

- "Sevgi üç türlüdür!.."

Birincinin adı "Eğer" türü sevgi!.. Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar..

Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış. "Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor.

- "Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyormuyuz?" diye soruyor...Sonra anlatmaya başlıyor:

- "Sevgi üç türlüdür!.."

Birincinin adı "Eğer" türü sevgi!.. Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar..

Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome "En çok rastlanan sevgi türü budur" diyor. Bir şarta bağlı sevgi.. Karşılık bekleyen sevgi.. "Sevenin,istediği birşeyin sağlanması karşılığı olarak vaad edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar..

- "Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi, karşılığı bir şey kazanmaktır." Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde de, düşkırıklıkları başlıyor. Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor.

Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için, çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle "Sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin" diye bağırıyor. Delikanlı "Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın" diyor. Baba daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor. "Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı" diyor yazar..

- "Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı!.." İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında.. "Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek, bu genç adamın yaptığı gibi, yaşamı sürdürmekle, ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir" diyor, Masumi Toyotome.. İlginç değilmi?..

İkinci türe geçiyoruz: "Çünkü" türü sevgi... Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: "Bu tür sevgide kişi, birşey olduğu, birşeye sahip olduğu ya da birşey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır".

Örnek mi?.. "Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın!)" "Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki.." "Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki.." "Seni seviyorum.Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki..

- " Yazar, Çünkü türü sevginin, Eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş birşeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır.

Ama derin düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana.. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.

Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfın en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.

"O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor, Toyotome.. "Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz" diyor.

Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var.. Birincisi.. "Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?" korkusu.. Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri.. Öteki yalnızca kendilerinin bildiği.."İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terkederlerse" korkusu buradan doğar. İkincisi de.. "Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endişesidir.

Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terketmiş. Daha acısı.. Aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını.. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş..

Japon yazar "Toplumlardaki sevgilerin çoğu 'Çünkü' türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür" diyor..

Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?.."Ve işte sevgilerin en gerçeği!.

* * * "Üçüncü tür sevgi benim 'Rağmen' diye adlandırdığım türdür" *** diyor yazar.

Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında birşey beklenmediği için "Eğer" türü sevgiden farklı bu.. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için "Çünkü" türü sevgide değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan "Birşey olduğu için" değil, "Birşey olmasına rağmen" sevilir. Güzelliğe bakar mısınız?.. Rağmen sevgi..

Esmeralda, Qusimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına "rağmen" tapar!.."Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara 'rağmen' sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile..

- " Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor.

Japon yazar "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor. "Farkında olsanızda,olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir." Bunun böyle olduğundan nasıl emin?.. Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor.. Şu soruma cevap verin" diyor.

- "Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmezmiydiniz?.. Kendi kendinize 'Yaşamamın ne yararı var' diye sormaz mıydınız?.." Devam ediyor Toyotome..

- "Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün.. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmezmiydi?. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?."

- "Diyelim sıradan bir yaşamınız var.. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?.." diye soruyor ve yanıtlıyor:

- "Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar." Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "Rağmen" sevgiyi.. "Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni 'Rağmen' türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da birgün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır."

Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome.. "Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var.. Kimsede başkasına verecek fazlası yok" diye açıklıyor..

Anlatıyor.. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?.. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar.. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz.. Hani nerede?.. Hepsi o.. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda.. "Dünyadaki en büyük kıtlık, 'rağmen' türü sevginin yeterince olmayışıdır!.."

ARKA BAHÇE

Geçtiğimiz yollarda kaybettiklerimizin bize en büyük kötülüğü kendilerini tekrar,tekrar hatırlatmalarıdır.
Bir kere kaybetmekle kurtulamadığımız şeylerdir.
Yoklukları hayatımızdaki varlıkları haline gelir.
Hep ama hep hatırlarız.
Ne biçim kaybetmektir bu?
Kim gölgesinden kaçabilir ki?

Bazen duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır.

Hayatın, kendini anlayanları cezalandırmasıdır bu...
Durup, durup ardına bakan kadınlar vardır. Geçmişi düşünmekten şimdiyi yaşayamazlar. Her şeyi didikleyip duran mazisinin gölgesinden, anılarının yükünden bir türlü kurtulamayan gözleri ufuk yorgunu kadınlar.

Güçlü,köklü bir biçimde yeni arkadaş edinecek yaşları geride bıraktıysan eğer, hasar görmüş eski arkadaşlıkları onaracak çağı da geride bırakmış oluyorsun. Zaman ilerledikçe birçok şey, daha zor olmaya baslar. Beklentisi yüksek olan kadınların yalnızlığı daha koyu oluyor. Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar, bir daha iflah olmuyor, geçip gittiğiyle kalıyor.

Zaman, aşk...... her şey!
Ayrılıkları ayrıntılar acıtır.
Kadınları mahfeden erkekler değil, ayrıntılardır.

Erkekler, erkekliklerinin tadını alabildiğine çıkartırken, kadınlar bu konuda da mutsuzdurlar. Çünkü kadınlık bekler. Ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır.


Murathan MUNGAN

8 Nisan 2007 Pazar

HASRETLER

Hasret kokuyor heryanım.
Aşkınla karışık hasret karışmış her öğünüme.
Ekmek diye parçalayıp hasretini yiyorum her öğünümde.
Su diye çeşmelerden içtiğim yine hasretindir meleğim.
Sabah kalkarım hasretin karşılar beni
Akşam yatarım, hasretini örterim üzerime yorgan diyerek
Ufka dalar gider gözlerim...
Gözlerimden süzülür yaşlar, yine hasretinden inleyerek...
Yürürken sevda yolunda,
Ayağım takılmış düşmüşüm hasret çukuruna.
İnlesem ağlasam ne fayda
Yarim benden ben yarimden çok uzaklarda...
Hasret çukuruna batmışım her çırpınışta...
Hasretin bulaşmış, hasretin kokuyor buram buram her yanımda
Seviyor özlüyorum ey Sevdiğim...
Hasretin bulaşmış her yanıma.
Sevsem sevsem ne kadar da çok istesem asla doyamıyorum sana.
Hasretin bulaşmış her yanıma ey sevgilim.
Sil üzerimden bu hasretleri ey sevdiğim.
Vakit tamam olupta sana kavuşunca....

AŞIK OLMAK , AŞKI YAŞAMAK...

ASIK OLMAK.

ILK ÖPÜSME.

YÜZ KASLARINIZ AGRIYANA DEK GÜLMEK

SICAK BiR DUS.

ÖZEL BiR BAKIS.

MAiL ALMAK.

MANZARALI BiR YOLDA ARABA
KULLANMAK.

RADYODA EN SEVDiGiNiZ KiSiNiN
SARKISININ ÇALMASI.

YATAGINIZA UZANIP YAGMURUN
SESiNi DiNLEMEK.

YENI ÇIKMIS SICAK BiR HAVLU.

SATIN ALMAK iSTEDiGiNiZ KAZAGIN %50 iNDiRiME GiRMESi

UZAKTAKi BiR ARKADASINIZLA
TELEFONDA KONUSMAK.

KÖPÜK BANYOSU.

KIKIR KIKIR GÜLMEK.

GÜZEL BiR SOHBET.

KUMSAL.

GECEN KIS GiYDiGiNiZ MONTUN
CEBiNDEN ON MiLYON ÇIKMASI.

KENDiNiZE GÜLMEK.

GECE YARISI SAATLERCE
TELEFONDA KONUSMAK.

SU FISKiYELERiNiN ARASINDA
KOSMAK.

DURUP DURURKEN
GÜLMEK.

YANINIZDA SiZE GÜZEL
OLDUGUNUZU SÖYLEYEN BiRiNiN
OLMASI.

HAKKINIZDA GÜZEL SÖZLER
SÖYLENDiGiNE KULAK MiSAFiRi
OLMAK.

UYANIP DAHA UYUYACAK BiRKAÇ
SAATiNiZ OLDUGUNU FARKETMEK.

YENi ARKADASLAR EDiNMEK.

ESKi ARKADASLARINIZLA ZAMAN
GEÇiRMEK.

YAVRU BiR KÖPEKLE OYNAMAK.

ODA ARKADASINIZLA GECE YARISI
SOHBETLERi.

GÜZEL DÜSLER.

ARKADASLARINIZLA ARABA
YOLCULUGU YAPMAK.

SEVGiLiNiZLE YORGANA SARILIP iYi BiR FiLM SEYRETMEK.

ÇOK GÜZEL BiR KONSERE GiTMEK.

ÇiKOLATALI KURABiYE YAPMAK.

SEVDiGiN iNSANA SIKICA SARILMAK.

iSTEDiGi ARMAGANI AÇAN KiSiNiN
YÜZÜNDEKi iFADEYi
GÖRMEK.

GÜNESiN DOGUSUNU SEYRETMEK...

VE
BIR SÖZ;
"ALDIGIN HER NEFESI FIRSAT
BIL,OT DEGILSIN YENIDEN
BITMEZSIN..."


CAN
DÜNDAR...

TEBESSÜM

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakin geçmişte kendisine yârdim eden bir dosta teşekkür etmediğini
hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı.

Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğle yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Aksam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.

Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki... İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnini ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi.

Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı...

Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar...

Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu.


"MUTLU BİR GÜLÜMSEYİŞİN YERİNİ HİÇ BİR TATLI SÖZ TUTAMAZ."

AŞK... EZELDE BİR MERHABA İDİ; HÂLÂ Kİ ODUR...

AŞK... EZELDE BİR MERHABA İDİ; HÂLÂ Kİ ODUR...



Fatih'in veziri olan şair Ahmet Paşa bir beytinde, aşkındaki sadakati ve tutarlılığı anlatabilmek için,



" Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr

Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim"


deyiverir. Kolay bir söyleyişe göre çok güçlü bir hayal!.. Öyle ki Ahmet Paşa hakkında tezkirelerin "Türk şiirine parlaklık ve güzelliği ilk o vermiştir." hükmünü doğru çıkartır. Günümüz diliyle şöyle demek: "Ezel gününde sevgilinin gözü bana bir merhaba lûtfetti. O gün bu gündür, o bakışın mestliğiyle başka birinin merhabasını hiç tanımadım."



Aşk... Kainatın yaratılış vetiresini, özünü ve esasını oluşturmak bakımından başlangıcı ezel gününe dayanan ve ebede kadar süreceğinde şüphe bulunmayan macera... Gönülleri terbiye eden, ruhlara derinlik katan, dimağlara yükseklik veren bir hüzün ve neş'e. Varlıkla birlikte var olan, ve varlıkta en son yok olacak olan. Başlangıcı ta ezel gününde; şöyle: Kur'an'da anlatılır ki (Âraf, 171-172) Allah, dünyada hiçbir şey yok iken, hatta dünya yok iken ruhlar âlemini yarattı. Orada bütün ruhları bir araya toplayıp sordu: "Elestü bi-Rabbikum?" Yani, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Ruhlarımız bu soru karşısında "Kâlû: Belâ!" Yani "Dediler ki; -Evet (şüphesiz Sen bizim Rabbimizsin)". Bu meclis (ezel bezmi, elest meclisi), varlığın ilk toplantısı idi ve bütün ruhlar orada birbirlerine şahit tutuldular; ta ki dünyaya geldikleri vakit, bir bedene girdikleri, ete kemiğe büründükleri vakit bu sözlerinden dönmesinler... Dönenler olursa, o mecliste rahmet ve merhametiyle kullarına muamele eden Rab Taala'nın rahmet ve merhamet çizgisinin dışına itilsinler...



Ezel bezmi öyle bir meclis idi ki, orada yan yana olanlar, yakın olanlar, birbirlerini görenler, birbirleriyle konuşanlar; bu dünyaya geldiklerinde de birbirleriyle yan yana ve yakın olur, buluşur veya konuşurlar. İnsanlar arasındaki çağ farkları, uzaklık ve yakınlıklar ile biganelik ve âşinalığın temeli işte o ezel gününe dayanır. Bu durumda dünya, ezelde kader olarak yazılanın vuku bulduğu (kaza) bir duraktır; o kadar. Bu durakta aşkın ve âşıkın nasîbi de ezel günündeki durumuyla bağlantılı olarak bu dünyada görünürlük ve yaşanırlık kazanır. Bu durumda ya Hüsn ü Aşk yazarı Galib Dede'nin benzetmesiyle dünyaya ait desenleri ve çizgileri olan kader kumaşları ruhlarımız arasında bölüştürülürken âşıka da sevgi hissesi olarak terzilerin makas artığı kırpıntılar misali paramparça olmuş bir kalb düşecek veya yukarıda Ahmet Paşa'nın dediği gibi âşık, ezel gününde öyle bir çift göz ile karşılaşacak ki aşktan pay almayı, veya aşktan gayrı pay almayı unutup dünya hayatını öyle yaşayacaktır. Söylediğine göre Ahmet Paşa, ezel gününde henüz ruhlar alemindeyken, güzellerden bir güzel, kendi güzelliğinin farkında olarak (istiğna halinde) göz süzüp de kendisine âşık ararken, gözleri bir an, yalnızca bir an, Ahmed'in canına da değip geçmiştir. Aşk adına Ahmed'e ne olduysa işte o bir an içinde olmuş ve o güzellik karşısında mest ve hayran düşüp kendini kaybedivermiştir.



Bu öyle bir mestliktir ki aradan milyonlarca yıl akıp giderek dünya kurulacak; Adem yaratılıp yine on binlerce yıl insanoğlu dünyada ezel macerasını sürdürecek, nihayet Ahmed'in ruhu da bir beden ile dünyaya geldiğinde hâlâ ezeldeki o sarhoşluğu geçmemiş olacaktır. Bunun diğer yönden okunuşu, Galib'in dediği gibidir ve Ahmet, ezel gününde gördüğü güzelin aşkını kendisine zoraki kader edinerek dünyayı da onun uğrunda her türlü belalara, sıkıntılara, ayrılık acılarına vs. katlanarak mest ve hayran yaşayıp gider. Yani ki aşkında bu derece sadakat ve doğruluk, tıpkı ruhların Allah'a verdikleri söz gibi bir ağırlık ve sorumluluk taşır. Ta ki âşık, ruhlar meclisinin sözünde duran yegane kişisi olabilsin. Öyle ya hemen hepimiz o gün verdiğimiz sözü çoktan unutmuş, kendimize (masivadan, paradan, ihtiraslardan, gururlardan, maldan, mülkten vs.) yüzlerce tanrılar edinmiş durumdayız. Oysa âşık ezelde verdiği aşk sözüne sadakatle sarılmış, aşkın bunca ayrılık belasına da katlanarak âşıklıkta bir gömlek daha derece kazanmanın yollarını aramaktadır. Aşkın belası öyle bir tatlı bela ki, ezelde başlamış olup ebede kadar uzanacaktır. Nitekim ruhlarımız, "Elestü bi-Rabbikum?" sorusuna karşılık olarak "Evet" anlamına gelebilecek pek çok kelime arasından "bela"yı seçmiştir. Kul, belayı kendisi istemeyince Allah neden versin ki?!.. Velev aşkın belası da olsa!..

1 Nisan 2007 Pazar

HERŞEY SENİNLE BAŞLAR, SENİNLE BİTER...

Bana ne gelecekse dünyanın sonu
Bitecekse bitsin artık hayat yolu
Korkum yok, içim rahat huzurla dolu
Aşkı yaşadım senle bir ömür boyu

Yüzümdeki çizgilerin bile adı sen
Aldığım her nefesin sebebisin...

Dünyaya bir daha gelsem sevgilim
Arar bulurum yine seni severim
Cenneti değişmem saçının teline
Ömrümün yettiği kadar seni severim

KOL DÜĞMELERİ

Hatırlarım bugün gibi sessiz geçen son geceyi
Başın öne eğik bir suçlu gibi bana verdiğin hediyeyi
İki küçük kol düğmesi bütün bir aşk hikayesi
İki düğme iki ayrı kolda bizim gibi ayrı yolda

Akşam olunca sustururum herkesi her her şeyi
Gelir kol düğmelerimin birleşme saati
Usul usul çıkarır koyarım kutuya yan yana
Bitsin bu işkence kalsınlar bu arada

Heyhat sabah gün ışıldar yalnız gece buluşanlar
Yaşlı gözlerle ayrılırlar düğmeler gibi
Bizim gibi bizim gibi ayrılırlar bizim gibi ayrılırlar...
.................................................................

HÜZÜNLER PUSU KURMUŞ YOLUMA...

Kapımda hüzünler nöbet tutar.
Dertler gardiyan olmuş yolumu gözler
Sevdiğim; hasretini çeker inlerim bu viran illerde
Özlüyorum, özlemek kelimesinin hakkını vere vere

İçimde fırtınalar kopuyor günlerdir.
Zaten çektiğimiz hasret yetmezmiydi ikimize
Yetmezmiydi bu ayrılığın sancısı bu iki yüreğe
Bize mutluluk yakışmazmı ey sevdiğim ?

Hasretler düştü gönlümüze
Acılar işledi yüreğimizin içine
Sensiz kalmak ne mümkün
Bu yürek yaşar sadece seninle

Sen deyince akan sular durur
Sen deyince bu yüreğin atışı bile değişir
Sen deyince herşeyin bakışı değişir dünyada
Sen deyince herşey durur, sen yaşarsın ancak yüreğimde
Sen deyince senden başka herşey yokolur bu yürekte.
Sen olmak mühim şeydir boncuğum.
"SEN"İ çok seviyorum...

Hüzünler pusu kurmuş yoluma.
Neyi beklersiniz daha benden yana?
Bana yokmu mutluluğun anahtarı ey kaderim.
Güldüreyim sevdiğimi gurbetimden dönüşümle.
Bizede gülermisin ey kaderim ; sevdiğimle birlikte
Biz de mutlu olup gülmeyelimmi?