31 Ağustos 2006 Perşembe

BİR FIKRA

Biri 95 yaşında biri 92 yaşında karıkoca, boşanmak için hakimin karşısına çıkmış. Hakim üzülmüş, "yapmayın ya" demiş "yetmiş yıllık evlisiniz niye boşanacaksınız?"... "yok" demiş adam "biz çoktan boşanmaya karar verdikte çocuklar etkilenmesin diye, Ölmelerini bekledik."

27 Ağustos 2006 Pazar

ÖYLE BİR HAYAT

Öyle bir hayat yaşıyorum ki ,
Cenneti de gördüm , cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki, tutkuyu da gördüm , pes etmeyi de.
Bazıları seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki ,
Okudum okudum anlamadım
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime,
Sonra dedim ki " söz ver kendine "
Denizleri seviyorsan , dalgaları da seveceksin ,
Sevilmek istiyorsan , önce sevmeyi bileceksin ,
Uçmayı seviyorsan , düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan , yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki ,
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman,
Hep acele etmem bundan,anladım...

Nietzsche

25 Ağustos 2006 Cuma

HAYAT DEDİĞİN İHTİMALLER BİLEŞKESİ

Pers sultanı iki adamı ölüme mahkum etmiş. Sultanın atını ne kadar sevdiğini bilen mahkumlardan bir tanesi hayatını bağışlarsa , bir yıl içinde ata uçmayı öğretebileceğini söylemiş. Kendini dunyadaki tek uçan ata binerken hayal eden sultan bunu kabul etmiş. Diğer mahkum inanmayan gözlerle arkadaşına bakmış ve : Atların uçamadığını biliyorsun.Nasıl olup da böyle delice bir fikirle çıkabildin ortaya? Yalnızca kaçınılmazı geciktiriyorsun o kadar. Pek değil demiş birinci mahkum. Kendime dört özgürlük şansı veriyorum: Birincisi sultan bu yıl ölebilir. Ikincisi ben ölebilirim. üçüncüsü at ölebilir. Ve dördüncüsü...belki ata uçmayı öğretebilirim..!

Ne demişler: "İnsan umutla yaşar" En zor anda bile mutlaka bir çözüm , bir umut vardır.

21 Ağustos 2006 Pazartesi

DÜNYA NEREYE GİDİYOR?

İnsanlığın tarihinin başlangıcından beridir dünya üzerinde savaşlar varolmuştur. Bu duruma dair zamanın birinde yine birşeyler karaladım sanıyorum. Ancak haberleri izledikçe, gündemi takip ettikçe bu duruma dair yine bir şeyler söylemek istedim kendimce. İlk insan olan Hz. Adem'den bugüne insanın insandan alıp veremediği şey bir türlü bitmek bilmemiştir ne yazıktırki. Habil ile Kabil arasındaki ilk kan dökmeden tutunda günümüze gelinceye kadar bu durum değişmemiştir. Biraz daha geniş perspektiften baktıkça içimden şunu demek geliyor.
"İnsan , günahlarının ve zayıflığının esiri olmuştur her zaman için"
Hatırlarsınız bir zamanlar Brad Pitt'in başrolünü oynadığı Seven filmi vardı. Yedi Büyük günahtan bahsediliyordu. İnsanlığın muzdarip olduğu yedi büyük günah. Bencillik, kibir, gurur, açgözlülük vs şeklinde sayılıyordu katilin anlatış tarzı ile. Filmdeki katile göre insanlık işte bu yedi büyük günahın pençesinde çebelleşiyordu. Ve katilimiz kendince bu günahları işleyenleri cezalandırıyordu. Kendi bakış açısına göre haklıydı tabi. Oysaki filmin döngüsü içinde o katilin ; psikopat şeklinde lanse edilmesi gerekiyordu. Nitekim anafikir olarak katilin teması güzel olmasına rağmen pratikte bu temayı güzel uygulayamadı. Şimdi diyeceksiniz ki o katile hakmı veriyorsun? E tabi doğal olarak. Bazı kısımlarda yanlış olmasına rağmen anafikirde katil haklı görünüyor bence. Şimdi gerçek dünyamıza dönelim. Dünya pisliklerle boğuşurken , insanlarda yozlaşma had safhada iken o filmdeki katile hak vermeyip ne yaparsınızki! Savaşlar , katliamlar, Zulümler dünyanın dört bir yanında devam ederken ; bir yandan da insanlardaki kişisel bozulmalar son safhada iken daha ne denilebilirki. Biz eskiden diyerek lafıma devam edeyim. Eskilerden hatırladığım çatlak patlak kareleri birleştirdiğimde önüme gelen tek somut olgu; eskiden dünyanın , hayatın daha bir güzel olduğuydu. Dostluklar , dostluk gibi; insanlar samimi , dürüst, en azından insan olmayı hak edecek özelliklerini henüz kaybetmemişlerdi. Hırsızlık, gasp, kapkaç, adam öldürme, uyuşturucu, fuhuş, mafya, haraç vs vs sayabileceğimiz birçok şey pek tabi eskiden de varolabilirdi., belkide vardı. Ancak ne şimdiki gibi aleni ve korkusuzca yapılırdı. Eskilerin bir lafı vardır ya : "İbadette gizlidir, kabahat de" gibi yani. Gittikçe insanlığımız kaybediyoruz ey dünya. Varmıdır bunun bir çözümü yada geri dönüşümü? Elbette. bu bozulmuşluktan en başta kendimizi kurtarmamız yada korumamız gerektiği kanısındayım. Belki birey olarak çok şey değiştirecek gücümüz olmayabilir. Ancak kendimizi değiştirebilirsek, düzeltebilirsek ne ala. Her kes kendi kapısının önünü süpürürse.... hesabıdır yani sözün özü....

11 EYLÜL DEDİKLERİ...

http://video.google.com/videoplay?docid=-5946593973848835726


Ve 11 Eylül Dedikleri Tüm dünyanın ilgisini üzerine çeken Amerika oyununun perde arkası. İzleyin...

17 Ağustos 2006 Perşembe

DOSTLUK ÜZERİNE...

Kasabanın birinde yaşayan bir aile varmış. Ailenin tek çocuğu eve geç gelir, anne-babasını endişelendirirmiş. Babası birgün sormuş: “Oğlum ne yapıyorsun gece geç saatlere kadar böyle?” Çocuk “Arkadaşlarımla, dostlarımla birlikteyim baba” demiş. Babası “ Dost dediğin bir tane olur , o da her zaman değil.İhtiyacın oldugunda seni bulur” demiş. Çocuk “ Olurmu baba? Nerdeyse benim bütün arkadaşlarım dostumdur” cevabını verir.Baba diretir bunun üzerine. “Hayır oğlum olurmu? Madem onların hepsi senin dostun; o zaman bir deneme yapta gör” diye ogluna nasihat eder. Bu konuşma üzerine baba ogul , ahırda bir oglak kesip bir halıya sararlar. Sonra çocuk bütün arkadaşlarının gece vakti evine gider ve yardım ister “Birini vurdum öldürdüm” diyerek. Ancak bütün dost bildiği arkadaşları olayı duyar duymaz kapıyı suratına kapatırlar. Çocuk eve üzgün bir şekilde döndüğünde babasına haklı oldugunu söyler. Babası ona yinede dostlugun bu demek olmadıgını anlatır. Çocuk bunun üzerine iyice şaşırır ve “Nasıl?” diye sorar. Babası derki “Yumurtacı Ali benim dostumdur, git ona, adam vurdugunu söyle ve gel” Çocuk Yumurtacı Alinin yanına gider ve adama halıyı göstererek durumu anlatır.Yumurtacı Ali , çocuğu arka tarafa götürür ve derin bir kuyu kazar.Sonra da halıyı içine bile bakmadan kuyuya atar. Üstünüde soğan filizleri ile kaplar bir güzel. Orayı doldurur. Ve sonra “Babana selam söyle” deyip çocugu ugurlamış.Çocuk büyük bir sevinçle babasının yanına gelir. “Evet babacıgım. Dostluk bu olsa gerektir.” der babasına. Babası “Hayır oglum. Dostluk bu demek degil” diye cevap verir. Çocuk iyiden iyiye şaşkınlık içindedir.Babası ertesi günün Cuma oldugunu ve Alinin pazar yerinde yumurta tezgahı oldugunu söylerek devam eder. “Aliye git ve tezgahı devir.Eğer Ali amcan laf söylemeye kalkarsa bir de tokat at” der. Çocuk “Olurmu baba? Bu kadar iyibir insana bu yapılırmı” diye sormuş.Babası “Sen dediğimi yap ve dostlugun ne demek olduğunu öğren” diye cevap verir. Ertesi gün çocuk pazara gider ve Yumurtacı Alinin tezgahına tekme atarak tezgahı devirir.Kendisine “Ne yapıyorsun oglum. Dur” diyen Aliye de bir tokat atar ve arkasına bakmadan oradan kaçar.Ardından Yumurtacı Ali çocuğa şu şekilde seslenir:

“OĞLUM! BABANA SELAM SÖYLE. BİZ 1000 YUMURTAYA , 1 TOKATA SOĞAN TARLASI BOZMAYIZ”

DOSTLUK O KADAR KOLAY DEĞİL. O KADAR KOLAY KAZANILSAYDI ADI DOSTLUK OLMAZDI.

MEMLEKET HASRETİ

Ölmez, sağ olursam bu yaz inşallah
Sılayı bir daha görmek istiyom
Kırşehire varsam ya ağşam, zabah
Topraklara yüzüm sürmek istiyom

Kaman'ı, Mucur'u, Çiçekdağı'nı
Kındam, Dinekbağı, hem Özbağ'ını
Köylü, kentli, hastasını, sağını
Görüp bir muhabbet kurmak istiyom.

Hacı bektaş, Ahi evran sultanı
Aşık paşa, Kaya şeyhi cananı
İmarette neslim Şeyh süleyman'ı
Aşk ile bağrıma sarmak istiyom.

Ne büyüktür zevki yurdu görmenin
Kaç senenin hasretine ermenin
Dört bir yanda methedilen termenin
Şifalı suyuna girmek istiyom.

Halam sağ olsa da, sesim duysaydı
Ceplerime köftür, iğde koysaydı
"Şunda yi" diyerek alma soysaydı
Cevizi de dişlen kırmak istiyom.

Bir de gitsem deyzem beni görseydi
İçi çokelikli dürüm dürseydi
Hele azıcık da sızgıt verseydi
O an pirzolayı yermek istiyom.

Sögürmelik bir et çıksa satırdan
Höşmerimle mantı gitmez hatırdan
Guşlukleyin hedik gelse tandırdan
Çölmeğin içine girmek istiyom.

Bir hağbe kemeyi yüklesem sırta
Çıksam bir alamaç yapacak sırta
Beş gö suvan, üç gaynamış yımırta
Yufga ekmeğinen dürmek istiyom.

Bir dügün olsa da bir kayın gitsek
Dokuz butlu tavuk lafını etsek
Dam pilavu, gelse yisek tüketsek
Davullu zurnalı dernek istiyom.

Harmana denk gelse, düvene binsem
Şöyle dabaz olup, kaşınsa ensem
Acık bağ bellesem, acık dinlensem
Çayıra bir pala sermek istiyom.

Bağ bozumu üzüm haftına batsak
Bekmez kazanına ayvalar atsak
Boranıynan damla şiresi datsak
Arı soksa, çamır sürmek istiyom.

Üç arkadaş şöyle bir bahça bulsak
Çalpıdan hatlayıp, bir üzüm yolsak
Sağbısı dutsa da, bir rezil olsak
O tatlı günlere ermek istiyom.

Seğirdip, dolaşsak hep tarla dapan
Keklik dutmak için kursaydık kapan
Daş döğüşü olsa, vızlasa sapan
Kafamı, gözümü yarmak istiyom.

Entarimi giysem, sümüğüm aksa
Koluma silerim, yağlığım yoksa
"Başangı" dır diye mahalle bıksa
Kesekle camları kırmak istiyom.

Cesurluğum dutsa, şöyle kasılsam
Yaylıların arkasına asılsam
Kamçıyı yiyince yere yassılsam
Yollarda ağlayıp durmak istiyom.

Ceviz kaval etsem, sakam da toksa
Çızgılı oynarım, eneğim çoksa
Hele ütülünce bir döğüş çıksa
Sumsuk yimek hem de cırnak istiyom

Tok, çik, opban, mirre bir aşşık atsam
Sakanın dımığna kurşun akıtsam
Üç yüz enek ütüp, cebe bakıtsam
"Ne şişiyon la" dedirmek istiyom.

Görürmola bu fakirin gözleri?
Kızılırmak olur berrak özleri
Sıla suyu serinledir bizleri..
Neyleyim denizi, ırmak istiyom.

Kim sorarsa yazdın bunları niye
Gelecek nesile kalsın hediye
Kırşehir'de doğdum, Türkmen'im diye
Her yerde göğsümü germek istiyom.

Ey Şemsi Yastıman, ümitli kulsun
Kısmet ise gayen yerini bulsun
Hemşeriler buna vasıta olsun
Kırşehir'e selam vermek istiyom...

Şemsi YASTIMAN

16 Ağustos 2006 Çarşamba

BEKLEYİŞLER...

Bekleyişlere yüklemişsen aşkını, senin için en tanıdık sözcük ‘yarın’dır... Aslında ‘o’ yoktur ve senin de beklemekten başka çaren yoktur. Bu yüzden yarın senin için hiç bitmeyen bir umuttur. O olmadan geçirdiğin hiçbir gün yaşanmış sayılmaz. Yaşamadığın günler eklendikçe birbirine, yarına olan özlemin daha da artar. Her gece gözlerini 'yarın olsun' diye kaparsın, her gece o günü değil yarını düşünerek uyursun. Uyuyabilirsen tabii.. Gün ışığı varken daha çabuk geçer zaman.Gündüzdür, bir uğraşın vardır, ‘o ve yarın’ yine aklındadır ama yolların, sokakların kalabalığında daha az hissedersin yalnızlığını. Ama o gece kahrolası gece..bir çöktü mü kentin üzerine geçmek bilmez saatler de seninindir artık. Ne yapsan olmaz, ne yapsan tüketemezsin dakikaları. Oysa senin istediğin bu gecenin de bir an önce bitmesi ve ‘yarın’ olmasıdır.Bugün yoktu ya ‘o’ belki yarın olacaktır.Aylardır hasret kaldığın yüzünü belki ‘yarın’ göreceksindir. Kadehlere sığınarak ve kendini sarhoşluğun kollarına bırakarak bitirmek istersin geceyi. Yapamazsın çünkü içki seni uykuya değil ‘yarınlı’ düşüncelere taşır. İki satır kitap okuyamazsın. Sözcükler çoktan anlamını yitirmiştir. Belki bir iki şarkı dinlersn iigelir kafan dagilir ama zaten bilirsn ki her şarkıda o`nu hatırlayacgnı..umudun vardır ya içinde ‘yarın’a dair; bir tek ona sarılırsın. Yüzünde beliren gülümsemeyle kaparsın gözlerini.Zaten ne kalmıştır ki şurada ‘ yarın’ olmasına... Sabahın ilk ışıkları yüzüne çarpar çarpmaz açarsın gözlerini. Heyecanla kalkarsın yataktan. ‘yarın’ olmuştur ya, geceki sıkıntından eser kalmamıştır.biraz kosusturmaca,biraz yorgunluk..ama yine yalnızsındır işte ve bu duygu bir bıçak gibi keser yüreğini... ince ince bir sızı hissetmeye başlarsın, tıpkı dün sabah hissettiğin gibi... ‘Yarın’ bugün olmuştur ve senin önünde yine sadece ‘yarın’ olmasını beklemekle geçecek bir bugün vardır. Daha kaç gün geçecektir ‘yarın’ı bekleyerek bilinmez... BEKLEYİŞLERE YÜKLEMİŞSEN AŞKINI VE ‘YARIN’I BEKLEYEREK TÜKETİYORSAN ZAMANINI, BEKLEME ...... Çünkü;O YARIN HİÇ GELMEZ...

15 Ağustos 2006 Salı

ESİNTİLER...

Hayat ne gariptir değilmi diyerek klasik bir giriş yapayım. Garip garip olmasına hayat. Hemde oldukça.... Uzun zamandır hayatın sadece akışını izliyorum. (çok fazla dahil olmadan) Çok garip ve bir o kadar da hızlıca akıp gidiyor.Yaşananlardan geriye kalanlar bir an gibi. Belki bir resim , belki bir ses kalıyor geride. Dünya zulümlerle , zalimlerle çevrili. Bir yanda bakıyorum gündem konusu Filistin, Lübnan. Öte yandan PKK vb mevzular. Anlayamıyorum hayatı bu şekilde bakınca. Gerçi hangi yönden bakarsam bakayım anladığım zamanlar oldukça azdır. İnsanın insana olan zulmünü anlamak oldukça zor geliyor neden derseniz eğer. Mevlananın kardeşlik , bir olma felsefesine bakıyorum öte yandan. Güzellikler dile kolay geliyor. Bir kısım insan güzellikler için çırpınıyor. Ancak bu bir kısımdan daha büyük bir kısmı ise çirkinliklere yol veriyor. Özetle iyi- kötü nün savaşı sürer gider bu hayat , kainat boyunca. Şeytanın varoluşundan beridir varolmuş ve şeytanın azap çekeceği güne kadar varolacak olan bir savaştır bu gördüğüm, bu gördüğümüz. Kutuplar kainatın varlığından beri varolagelmiştir. İyi-kötü, güzel-çirkin, tatlı- acı, hayat - ölüm gibi sayabileceğimiz , aklımıza gelen bir sürü kutup. Özet geçmek gerekirse Allah bir sınav düzenini varetmiş. Bize düşen safımızı belli etmek, savaşacağımız yeri bulmak. Hz. İbrahim için ateş yakıldığında karıncanın ateşi söndürmek için su taşıma hikayesine benzetebilirizi bu noktada durumu. "Belki bu su , o ateşi söndürmeyecek ama maksat SAFIMIZ belli olsun!!!"

5 Ağustos 2006 Cumartesi

...

Biliyorum...
Bir yıldız yağmuruna tutulacağım
Toprak çökecek başım dönecek
Arkamda seni bulacağım
"Haydi" diyeceksin Ernesto gibi
gidelim…
Yıldızların çok olduğu bir gökyüzü altına...

ETEK SARI...




















Etek sarı sen etekden sarısan sarısan
Etek sarı sen etekden sarısan sarısan
Kurban olam beydağının karısan karısan
Kurban olam beydoğanın karısan karısan
Vay

Sordum soruşturdum kimin yarisen lele yarisen
Sordum sual ettim kimin yarisen yarisen
Ben sormadan dolu gibi dökili dökili
Ben sordukca gözlerinden yaş geli yaş geli
Vay

Bir gömlek diktirdim golu düğmeli düğmeli
Bir gömlek diktirdim golu düğmeli düğmeli
Herkes kaderine boyun eymeli lele eymeli
Herkes kaderine boyun eymeli anam eymeli
Vay

Deli gönlüm çirkine bel bağlama bağlama
Soyka gönlüm çirkine bel bağlama bağlama
Sevdiyim yar malatyaya deymeli lele deymeli
Sevdiyim yar arguvana deymeli deymeli
Vay


Gönül Yarası filminden belki de aklımda kalan tek şey. Meltem Cumbul yorumu daha bir başkalaştırıyor bu parçayı. Ceylan yorumu daha klasik, halk müziği gibi kalıyor. Ancak Meltem Cumbul yorumu (filmden kaynaklı olsa gerektir) daha bir yürekten , daha bir içten olmuş. Bu arada unutmadan, Yavuz Turgul imzalı filmler az da olsa kafanızda yer etmiştir diye düşünüyorum. İzlenmesi gereken bir film. Tavsiye ederim....

YAKINDA...

Aşka ve hayata dair forum yazılarımı yakında buraya taşıyorum. Hayatın içinde önemli olan bir nesne varsa o da AŞKtır. Şairin dediği gibi "İlm kil-ü kaal imiş ancak. Aşk imiş her ne var ise alemde!..." Sevgi ve saygıyla....