30 Kasım 2006 Perşembe

SENİ SEVİYORUM...

Seni Seviyorum
SENİ SEVİYORUM !
Sadece kim olduğun değil,
sen olduğun için ve seninle beraberken
kim olduğumu, benliğimi anladığım için.

SENİ SEVİYORUM !
Sadece kendine yaptıkların için değil,
bana kattığın güzellikler için.

SENİ SEVİYORUM !
İçimdeki çocuğu, saklı kalmış ben'i
yeryüzüne çıkardığın ve sana ihtiyacım olduğu her an
tüm duyarlılığınla yanı başımda olduğun için.

SENİ SEVİYORUM !
Elini kalbimin üzerinde hissettiğim zaman,
üzüntülerimi alıp, onların yerine
şimdiye kadar hiç kimsenin başaramadığı
o sıcaklığı, o içtenlik ışığını bana duyurmayı başardığın için.

SENİ SEVİYORUM !
Hayatımı kutsal bir sevgi tapınağına çevirdiğin
ve her günümü yaşam şenliğine,
unutulmayan şiirlere dönüştürdüğün için.

SENİ SEVİYORUM !
Çünkü sen, şimdiye kadar hiç başaramadığım şeyleri,
kendimle dost ve barışık olmayı ve
hiç bir zaman tadamadığım kadar mutlu olmamı sağlıyorsun.
Ve bütün bunları yalnızca sözlerinle,
dokunuşunla yada işaretle değil,
kendin olmakla yapıyorsun.

SENİ SEVİYORUM...

26 Kasım 2006 Pazar

AŞKA DAİR-I

AŞK 3 harfte dünyanın en ağır anlamını taşıyan derin bir kelime. herkesin kendi anlamını yüklediği, herkesin yeniden kendine göre yazdıgı çizdiği bir duygu, birkitap, bir resim, hayatın kendisi yani , hayatın özü. ne kadar zor bulur kimisi, kimisi ise ne kadar kolay bulup ne kadar çabuk kaybeder. bakış açınıza göre şekillenir aşk. hayata nasıl bakıyorsanız aşkınız da öyledir bir noktada. kiminde tutkuyla kiminde acıyla, kiminde de doyasıya...

Ne deli dolu duygudur AŞK. Şarkılar onun içindir , şiirler ona dair. ne konuşulsa bitmez aşk üstüne. aslında 3 harfli tek heceli bir kelimedir. ama o 3 harfin sırtında ne anlamlar saklıdır aslında. ne yürekler yanmıştır o 3 harfin hatrına. seven sevdasını yüklemiştir her daim o 3 harfin omuzlarına. dünyada varolan belki de en değişik duygudur aşk. birçok duygu vardı esasen. sevinirsiniz bir müddet sonra sevinciniz durulur biter. üzülürsünüz yine bir müddet sonra üzüntünüz geçer gider.öfkelenirsiniz yine zamanla öfkeniz geçer. ya AŞIK olursanız. AŞIK olursanız o ruh topyekun bir değişiklik içindedir. Farklı farklı duyguları sürekli yaşarsınız. Neler oluyor bana dersiniz kendi kendinize. Acı bile çekseniz umursamazsınız artık bu saatten sonra.Çünkü aşk gelmiştir bir kere. Anlık sevinçlerinizinde artık bir önemi kalmamıştır.Çünkü AŞK vardı artık. öfkelensenizde farketmez.AŞK hepsinden baskın çıkmaktadır.Uykularınız düzenini yitirir bir süre sonra. sürekli olarak beyninizde yüreğinizde tek duygu ve düşünce odaklanmaya başlar. "O" kelimesi sizin için artık herşeyden daha önem arzediyordur.Sabah uyandıgınızda hayattan nefret etmenize gerek yoktur. Aksine hayat daha güzel gelmeye başlar size. ilk defa kuşların ötüşlerine dikkat etmeye başlarsınız.Hayat bu kadar güzelmiydi dersiniz kendi kendinize.Bakkaldan alışveriş yaparken herkes sanki daha bir iyi gibi gelir size. herşeyde sanki bir başkalık vardır. oysa başkalık sadece sizdedir.AŞK size en güzel yönleriyle gelmiştir çünkü.Çepeçevre sarmıştır AŞk sizi kollarına amansızca.AŞKın en güzel hali de bu olsa gerektir.Sonsuza dek hep böyle kalmak istersiniz.Hep içinizde çırpınan o minicik kuş orda varolsun istersiniz.AŞk böyle bir duygudur işte...

BENİM ADIM AŞK

Var mı beni içinizde tanıyan?
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim...

Bülbül benim lisanımla ötüştü.
Bir gül için can evinden tutuştu.
Yüreğine Toroslar`dan çığ düştü.
Yangınımı söndürmedi kar benim...

Niceler sultandı, kraldı, şahtı.
Benimle değişti talihi bahtı,
Yerle bir eylerim taç ile tahtı,
Akıl almaz hünerlerim var benim...

Kamil iken cahil ettim alimi,
Vahşi iken yahşi ettim zalimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim`i,
Her oyunu bozan gizli zor benim...

Yeryüzünde ben ürettim veremi.
Lokman Hekim bulamadı çaremi.
Aslı için kül eyledim Kerem`i.
İbrahim`in atıldığı kor benim...

Sebep bazı Leyla, bazı Şirin`di.
Hat`rım için yüce dağlar delindi.
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi.
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim...

İlahimle Mevlana`yı döndürdüm.
Yunus`umla öfkeleri dindirdim.
Günahımla çok ocaklar söndürdüm.
Mevla`danım, hayır benim, şer benim...

Kimsesizim hısmım da yok, hasmım da
Görünmezim cismim de yok, resmim de
Dil üzmezim, tek hece var ismimde
Barınağım gönül denen yer benim

BENİM ADIM AŞK
BENİM ADIM AŞK
BENİM ADIM AŞK

22 Kasım 2006 Çarşamba

22KASIM

Bugün herşey çok güzel oldu. Olması gerektiği gibi akmaya başladı hayat:) Yanımda sevgilim var.Gözlerimin içine bakıyor ve ikimizde hayata gülümsüyoruz. Çünkü hayat bize gülümsedi bir kere:)

20 Kasım 2006 Pazartesi

DÖNÜM NOKTASI

Bugün hayatımda bir dönüm noktasına daha geldim. Herşey bugünden sonra çok farklı olacak. Umuyorumki çok güzel olacak. Bugün herşey güzel olacak.Mermi gibi hızlı akıp giden zamanın karşısında bana düşen kaderimin bana gösterdiği güzellikleri yaşamak oluyor. Arada bir korkmuyorda değilim hani; herşey çok güzel giderken kötüye dönermi diyerek korkuyorum. Sonra kendi kendime diyorumki ; "ne zaman kadere hükmedebildikki, kul olarak bize düşen elimizden gelenin en iyisini yaptıktan sonra Hakkın teslimiyetine güvenmek değilmidir" Şuanda bunu yapıyorum. Hani eskilerin deyişiyle Gayret bizden, Tevik Allahtan durumu sözkonusu. Elimden geleni yaptığıma inanıyorum. Yüzümü kara çıkarmaz Yüce Yaradan bunu umuyorum.

Ankara bugün daha bir güzel sanki,
Ankara bugün daha bir farklı sanki,
Ankara bugün Ankara gibi değilde
sanki benim şahidim gibi.
Ankara sen şahit ol bana.
Sen bilirsin yalnız sokaklarında dolaştığım günleri...
Sen bilirsin ıssız gecelerinde
düşündüğüm , içlendiğim zamanları...
Ankara buna da sen şahit ol...
Göreceğini hiç ummuyordum mutlu günlerimi Ankara.
Buna da sen şahit olacaksın Ankara...
Yüzüm gülerek geçeceğim sokaklarından bu gece...
İçimde filizlenen o güzel umutla
birlikte yarından sonra herşey çok farklı olacak Ankara.
Sen şahit olacaksın buna Ankara...

KASIM

Bir teselli ver kırılan gururuma
Bir tebessüm et unutursun zamanla
Yine dalmışım aynada yüzüm ağlar
Yine dalmışım elimde fotoğraflar

Yine aylardan kasım
Sanki sende kaldı bir yarım
Her nefesim her anım
Sanadır canım

19 Kasım 2006 Pazar

MÜHÜRLÜ KADERİM...

Böyle mi geçer bu rüya
Çok mu sevdin kederleri
Hangi günahın bedelisin
Sen mühürlü kaderim
Hep mi cefa gördüğün reva
Yok mu sende hiç vefa
Yok mu sende hiç vefa

Mühürlü kaderim ben gibi erir misin
Mühürlü kaderim bir yol verir misin
Gün olur bu rüyadan ben de geçerim
O gün sen de bitersin
Eyvallah der o şarabı ben de içerim
O gün sen de bitersin
O gün sen de bitersin

Olmuyor ne yapsam olmuyor
Çok mu gördün hevesleri
Hasret senden yana
Sevda senden yana
Değişmedin kaderim
Hep mi hüsran Bana hep mi veda
Yok mu sende hiç deva

18 Kasım 2006 Cumartesi

ÜZÜNTÜLERE DAİR BİR KAÇ KELİME...

Hayattır bu bellimi olur ne olacağı? Bazen öyle durumlarla karşılarşırsınızki şaşar kalırsınız feleğin işlerine. İsyan edersiniz belki ; belki başka şeyler olur. İçiniz rıza göstermez çünkü o yaşadığınız durumlara. Hayatı tahmin edemezsiniz. Ne zaman neler olacağını Allahtan aşka kim bilebilir? Bize düşen yaşamak değilmidir? Bİzde yaşarız gideriz. Yarınları kafamızdan planlarız. Şöyle olsun yada böyle olsun. Bu olursa şunu yapacağım. Şu olursa bunu yapacağım şeklinde planlarınız akar gider beyninizden yüreğinizdeki derinlere doğru. Ama velakin gel görki kader herkes için ağlarını çok farklı örmüştür. Bir de bakarsınızki yarın olmuştur sizin planlarınızın çok ötesinde bir yere sürükleyip bırakmıştır hayat sizi. Nerdeydim nerelere geldim dersiniz. Şaşarsınız işbu gidişata. İşsizlikten kıvranırsınız. Son haddesine gelirsiniz belki sabrınızın. Yeter diye çığlıklarınızı duyan yine sadece siz ve Allahtan başkası değildir. Kendinizle dertleşmelerinizi Allaha sunarsınız. Allahım neden? sorgularınız başlar bir noktadan sonra. İsyandan öte bir durumdur bu. En güzel olanıda budur sanırsam. Sonsuz teslimiyet dedikleri Yaradana her işinde rıza göstermek dedikleri olayın Türkçe açılımıdır. Birde bakarsınız ki sonradan; hiç ummadığınız bir anda yepyeni tamda gönlünüze göre bir iş sahibi oluvermişsiniz. Şaşarsınız bir daha bu gidişata. Neden diye sorgulasanızda direkt anlamda bulabileceğiniz bir cevap yoktur. Neden sorgusunun cevabı belkide en güzel şu şekilde anlaşılabilir. Allahın işleri her zaman bizim bildiğimiz fizik kuralları ile açıklanamaz. Bu nedenle belkide metafizik olgusu vardır.Elmanın ağaçtan yere düşmesi Newtonun izah ettiği kanunla olur elbette. Ancak onu ağaçtan yere düşüren Hak; dilerseki Ağaçtan yere değilde uzaya da düşürebilir. Fiziğe bu noktada çok güvenmemenizi tavsiye ederim. Nitekim hayatın bir çok aşamasınd ; bir çokşey fizik kurallarına terstir. Hayatı görebildiğiniz her ölçüden değerlendirmek gerekir bazen. Hakkımızda hayır görünen şeylerde şer; yada tam tersi şer görünen şeylerde de hayır vardır. Bize düşen teslimiyetten başka şey değildir vesselam. Kaderimizi değiştireceğimiz değil ancak ve ancak minik yönler verebileceğimiz bir cüzi irade vardır Haktan bize bahşedilen. Bize düşen boyun eğmek rıza göstermek. Bende dahil hepimiz bunu sıkça unutuyoruz biliyorum. Burası dileklerimizin gerçek olduğu bir Cennet değil; SINAVLARA TABİ OLDUĞUMUZ BİR DÜNYA ancak. Sİze değil kendime hatırlatmadır burda yazdıklarım. Son zamanlarda kendimi birşey zannederek unutuyorum her nedense. Kusurum varsa affola dileklerimle. Saygılar...

MELANKOLİ

Beni en güzel günümde
Sebepsiz bir keder alır
Bütün ömrüm beynimde
Acı bir tortusu kalır
Anlayamam kederimi
Bir ateş yakar tenimi
İçim dar bulur yerini
Gönlüm dağlarda dolanır

Ne bir dost ne bir sevgili
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar melankoli
Ne kış ne yazı isterim
Ne bir dost yüzü isterim
Hafif bir sızı isterim
Agrılar sancılar gelir

Yanıma düşer kollarım
Görünmez olur yollarım
Hem sevgini hem elleri
Önüme ölüm serilir

Ne bir dost ne bir sevgili
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar melankoli...

GAYBA DAİR

Elimizde Hakkın bize nasip ettiği bir cüzi irademiz var.Kimi zaman büyük değişikliklerle kaderimizi yaşayıp gidiyoruz. Genel anlamda ise hayat akması gereken şekliyle akıp gidiyor. Biz modern çağın insanları ; hayatın bu doğal akışına ise rutinlik yada monotonluk diyoruz.Sürekli farklı şeyler, değişik heyecanlar arıyoruz ömrümüzün her bir gününde. İnsan bu, kabına sığamayan bir varlık. Yaratılışımız bu yönde. Hiç kaderinizin oldukça hızlı akıp gittiğini hissettiğiniz oldumu? iyi yada kötü yönde olabilir bu. Ben hissediyorum.Kaderim benden daha hızlıca akıp gidiyor. Güzel şeyler oluyor hayatımda. Herşey olması gereken güzelliğinde cereyan ediyor.İçin için seviniyorum. Bazen hüzünler de varolmuyor değil içimde biryerlerde. Yürek yaraları dediğimiz olgu bu sanırım işte. Hayatı yarılamışken güzel şeyler olması insanı sevindiriyor.Çocuk gibi oluyor insan bir noktaya gelince. Aynı öyleyim. Hep güzel akmasını diliyorum hayatın. Benim için, senin için , bizim için, herkes için...

KADERİN SERPİNTİLERİ

Hayatın içine serpilmiş kendi kader oyunumuzda üzerimize düşen rolü en iyi şekilde oynamaya çalışıyoruz. Roller içilmiş, sahne hazır, kimimiz figüranız, kimimiz başrol oyuncusu belkide. Üzerimize düşeni en iyi şekilde yapıyoruz değilmi ama... En büyük perdede en güzel oyunu oynuyoruz değilmi.Hayat Oyunu....
Çevremizdeki herkesin bir rolü var bu oyunda. Kimisi anne,baba, eş , çocuk, komşu, akrab şeklinde görünüyor ya gözümüze.Kimisi bir başka farklı şekilde. Ama sonuçta bu koskoca perdenin olduğu gerçeğini değiştirmiyor değilmi...
En iyi oyunumuz; ilk ve son oyunumuz bu değilmi? Yaşam oyunu.Allahın koyduğu kurallar çerçevesinde en iyi oyunculuğumuz çıkarığ gideceğiz perde kapanınca bu sahneden.Acılar, üzüntülerle , sevinçlerle dolu koskoca bir sahne.Anlamak, yaşamak , sorgulamak ; bu üçünü içeren bir olguyu yaşayacağız bir ömür boyunca. Güzel insan kriterine uygun yaşamak değilmi esas olan. Esas olan insan olmak değilmi bu bağlamda? İnsan olmak yada insan olabilmek; yada insanca yaşayabilmek...

14 Kasım 2006 Salı

14KASIM - GÜN AKŞAM OLDU

Günlerden 14 Kasım.Gün yine kendini gecenin ellerine teslim etti. Su gibi geçen dakikalar , saatlerden sonra yine akşam vaktidir.Şehre bir baktımda eve doğru ilerlerken ; İnsanlar akması gerektiği şekilde akıyor.Güzel bir lokantada karnımı doyurdum akşamın ilk vakitlerinde. İnsanlara şöyle bir baktım. Birçoğu mutlu görünüyordu lokantadakilerin. Sonrasında dışarı çıktık.Yolda yürürken gelip geçenleri yüzüne kısmende olsa dikkat edebildim. Yüzlerde genel bir mutluluk havası gözleniyordu. Sonra ilerlerken koltuk değnekleri ile ilerlemeye çalışan bir yaşlı adam dikkatimi çekti.Yanımdan geçerken içimden bir ses dur ve ona cebinden biraz para çıkar ve ver dedi.Sonra içimdeki diğer ses boşver dedi.Gerçekten ihtiyacı olup olmadığını bilmiyorsun.Ya Sahtekarsa dedi. İçimden geçen o ikinci sesi o an dinlemek mantıklı gözüktü.Umarsızca ilerledim amcanın yanından geçtim gittim. O da bende karanlığın içinde iki farklı yönde kaybolduk gittik. Sonrasında aklıma takıldı.Ya gerçekten ihtiyacı olan birisi ise? Her zaman olasılıklar canımı sıkmış, "Ya öyleyse" cümleleri moralimi bozmuştur. Şimdi de aynısı oluyor nitekim. Ya gerçekten ihtiyacı olan birisi ise o yaşlı amca? Ya benim umursamazlığım o amcanın kaderini etkiliyorsa ? Bu sorular için için canımı sıkmaya yetti akşamın ilerleyen dakikalarında. Kendi kendime dedimki "Karnın tok sırtın pek. Kimin derdi senin ne umrunda olurki" Nitekim o amcanın yanından geçerken belkide bu şekilde davrandım. Keşke farklı davransaydım dedim işte şimdiki gibi. Sahtekarda olsa o amca; ben ona yapacağım miniciki bir iyilik için kaybeden taraf olmayacaktım. Bunu düşündüm. Yapacağım minicik bir iyilikten ne zarar görürdümki. Ama ondan bu iyiliği esirgemiş olmakla kendime kızdım ve bir o kadarda canım sıkıldı.Günlük hayatımızda bir çoğumuzun davrandığı gibi davrandım bende o an sanırım.Hayatın akışına biraz fazla daldığımız zamanlarda birçok şeyi düşünmeyi erteliyoruz. Peki hayatın içinde yaşadıklarımız şeyler; aslında o ertelediğimiz düşünceleri ertelememize değiyormu? Asıl sorun bence budur ; bu bağlamda. Materyallere gömülü kaldığımız bu hayatın içinde esas olarak bizce önemli olan şey neler olmalı? Materyallermi Duygularmı? Bizi insan yapan şey madde mi yoksa ruhmu? Doğru cevabı hepimiz biliyoruz. Ama esas sorun doğru cevabı uygulamaktan birçoğumuz kaçınıyoruz. İyi geceler Ankara...

12 Kasım 2006 Pazar

GİDENLERE...



























Her bir kişi gittiğinde bu dünyadan neden bilmiyorum içim garip oluyor.Anlamsız bir keder kaplıyor içimi. Gideni tanımam , tanımamam yadsa sevip sevmemem bu noktada pek mühim değil. Mühim olan "gidenin gitmiş olması" sanırım. En son Karaoğlan namı ile Bülent Ecevitin gidişine tanık olduk hep birlikte. Bir devre imzasını atmış bir siyaset adamını yolladık. Bir büyüğümün dediği gibi "Gelin girmedik ev olurda ölüm girmedik ev olmaz"mış. Aynen öyle oluyor. Ölüm amansız , birçoklarına görede aniden kapıyı çalıyor. Her bir kişi gittiğinde öteki tarafa yaşlandığımı biraz daha fazlası ile hissediyorum.Eee ölüm bu.Uyudun uyanamadın olacak.Bir namazlık saltanatın olacak taht misali musalla taşında. Şairin deyişi ile de ölüm bu şekilde. Ecevite Allah rahmet eylesin ve Allah taksiratını affeylesin diyelim.İyi yada kötü hesaplarını vereceği yere gitti. Hepimizde bir gün sıramız gelince gideceğiz. Rahmetliye dair çok fazla hatıram yoktur. Ama büyüklerimin onu iyi ve kötü olarak hatırlayacakları birçokşey vardır geçmişte. Annemin tüp kuyruklarında , yağ kuyruklarında beklemeleri gibi... Yada 1974 Kıbrıs harekatı gibi. Neyse ; aldığım terbiyeye göre iyide olsa kötüde olsa ölenin arkasında konuşmak pek hoş değildir. Bize düşen şey iyi hatırlamak olsa gerektir. Saygıyla...

GECE OLUNCA

Yine gün geceye kavuştu her zaman olduğu gibi, yada herzaman olması gerektiği gibi. Şehir yine bir korkunç karanlığa gömüldü. Hani bir sms vardır ya eski zamanlardan aklımda kalmıştır. Şuan dünya üzerinde her 100 kişiden 50si uyuyor , 40ı çalışıyor şeklinde başlayıp devam ederdi. Evet şuanda ona benzer bir durum yaşanıyor. Dünya üzerinde herkes birşeyler yapıyor.Birileri uyuyor, birileri çalışıyor, birileri birşeyler yapıyor. Herkes için hayat bir şekilde akıp geçiyor. Ama birisi varki durup dinlenmeden bu hayatı anlamaya çalışıyor.Neden diye sormaktan asla kendini alamıyor.Günler su gibi akıp geçiyor. Geceler olunca zaman , kendini bulmaya başlıyor belkide. Şehrin sessizliğinde geceler anlam buluyor belkide. İnsanlar koşturuyor bir şekilde, nereye gittiklerini bile bilmeden. Hayatın akışında çaresiz tomruk parçaları gibi akıp gidiyoruz bir yerlere. Kaderimizi yaşıyoruz bir şekilde.Cüzi irademizle kendimizce şekillendirmeye çalışarak.Gece olunca insan düşünmeye çokça fırsat buluyor.Materyallerin dünyasında buna çok fırsat kalmıyor belkide bu nedenle olsa gerektir. Siz yinede fazla düşünmeyin dostlar. Düşünmek güzel şeylere gebe olsada size çokça şeyler kazandırsa da kimi zamanda çokça şeyleri alıp götürüyor ; siz farkına bile varmadan...

11 Kasım 2006 Cumartesi

YAKINDA...

Yakında uzun sayılabilecek bir ara vermeyi düşünüyorum web bloglarıma. Artık yazmaktan ziyade kendimin sesini dinlemek istiyorum. İşlerim bitince gelir yine karalarım buraya inşallah birşeyler ,kendimce. Henüz veda vakti değil ama içimden geldi yazmak istedim :)

BİR GÜZEL SÖZ DAHA

Gün içinde bir büyüğümden duyduğum bir sözdü. Beni çok etkiledi ve paylaşmak istedim. Eskiler ne derin söylemişler...

"Gelin girmedik ev olurda, ölüm girmedik ev olmaz..."

ÖYLESİNE İŞTE...

Bugün anlamsız birkaç cümle yazmak istedim bloga. aslında yazacak çokşey var aklımda ama birazda kendime saklamak istedim düşüncelerimi. Güzel bir Kasım akşamı bugün Ankarada. Hayat güzel, insanlar akıp gidiyor... Dünya güzel , yaşamak güzel, bir de hasretler olmasa...

9 Kasım 2006 Perşembe

BİR SÖZ...

Kan ve kemik tüm insanlarda vardır;
Önemli olan yürek ve niyettir, niyet...

BİRAZCIK NOSTALJİ

Oldum olası Nostalji dedikleri şeye tutkum vardır. Hayatın güzel yanlarının geçmişte kalmasından ileri geliyor belkide bu tutkum kimbilir. Eskilerde birşeyler belkide şimdilerden çok daha değişik güzellikte , yaşanması gereken güzelliğinde yaşanıyordu. Ondan dolayı hep eskiye , yaşayamadığım o yıllara karşı derin bir özlem beslerim içimde. O özleme dair bir pps sunumu geçti elime. Paylaşmak istedim. Eskileri irdeleyen bir güzel sunu. Saygıyla...



HAYATIN İÇİNDEN

BİR NASİHAT...

Almitra sözü aldı ve sordu:
- Peki üstad; evlilik nedir?
Cevap soyle geldi:
-Siz birliktelik için doğmuşsunuz.Ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız. Allahın sessiz tanıklığında bile beraber olacaksınız. Ama birlikteliginizde mesafeler bırakın; bırakın ki, cennetin rüzgarları aranızda dansedebilsin... birbirinizi sevin ama, ask tutsaklıgı istemeyin.. bırakın aşk, ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun... birbirinizin bardagını doldurun ama aynı bardaktan icmeyin; ekmeginizden verin birinize ama aynı somundan ısırmayın... birlikte sarkı söyleyin;lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin.Sazın telleri de yalnızdır ve armoni icinde aynı melodiyi seslendirir... birbirinize kalbinizi verin ama karsılıklı kilitleyip saklamak icin degil! sadece hayatın eli o kalbi saklar! birlikte durun, ama yapısmayın, tapınakların sütunlari da bitisik degildir! ve unutmayın ; mese ile cınar birbirlerinin golgesinde buyumezler...

5 Kasım 2006 Pazar

AKIP GİDERKEN YAŞAMI TUTABİLMEK

















Kış geldi ya memlekete; ayrı bir hüzün tufanı bastırdı bende gidiyor.İçinde kış mevsimi geçen filmleri izliyorum. İçim daha bir garip oluyor. Belkide bugüne kadar bana hüzün veren şeyleri hep kış aylarında yaşadığım içindir kimbilir. Her mevsimin ayrı bir yeri vardır ya işte birazda öyle sanırım.Kış gelir bana da ayrıca bir hüzün çöreklenir; belki nedenli belkide nedensiz yere. Ancak bu kışın hayatımda ayrı bir önemi olacak. Bu kış çok değişik olacak benim için. Hayatımda hüzünleri geride bırakacağım bir kış olacak.Kardelenin karı delip güneşe gülümsemesi gibi bende hayata gülünseyeceğim yeniden. Bir yeni başlangıç olacak bu kış benim için. Herşey kara gömülürken ben kardelen misali çıkacağım hüzünlerimin beni bıraktığı yerden. Güneşe doğru döneceğim yüzümü. Ve gülümseyeceğim içimden gerçekten gelerek, sahte gülümsemeler olmadan. Ve kış bitip bahar geldiğinde memleketime; benimde ömrüme bahar gelmiş olacak. İlk defa değişik bir bahar olacak ömrümde. İLk defa sabah uyanırken gülümseyeceğim güneşe. Yaşadığım anların tadına varacağım belkide. Bu kış ; herkes uykuya hazırlanıyorken ben tam aksine uyanıyor olacağım. Bu kış çok farklı olacak. Ömrümde hiç olmadığı kadar farklı...

KIŞ GELDİ...






















Güzel Yurduma kış geldi.Karlar dökülmeye başladı dün akşam itibarı ile yollarda yürüyen sevgililerin üzerine.Camdan bir baktımda "Geçen gün ömürden" sözüne hak verdim.Bu gördüğüm kaçıncı kıştı kimbilir. Yada daha kaç kış görebileceğim dedim kendi kendime.Eeee ömür bu. Nedirki ömür dedikleri şey? Biraz hüzün, biraz sevinç, biraz neşe , biraz keder.Sonrasında bir de bakmışsın gelmişiz ömrün sonbaharına.Bir bir dökülmeye başlamış ömrümüzün elimizde kalan yaprakları sırası ile. Sonrasında kış gelmeye başlar ömrümüzün bitişine yakın zamanda. Önce sonbahar yağmurları süsler kalan ömrümüzün üzerini. Sonrasında bir akşam ansızın karlar düşmeye başlar biten ömrümüzün üzerine. Bir hayat daha geride kalır sessiz ve bir o kadar umarsızca... Hayat yine olanca hızı ile akar öte yandan. Kışların geldiği , karların üzerini örttüğü ömür sizin ömrünüzdür sadece. Birileri biryerlerde belkide ömrünün henüz baharını yaşıyordur kimbilir. Sizin için Gelmeyecek baharları anlatır o karların düştüğü vakitler. Mevsimler devran eder döner ya bir yandan. Bu kışın bir baharı yoktur ama tek fark olarak. Bu kış son kıştır ömrümüzün sonunda yakın.Karlara gömülen gözler bir daha baharı görmeyecektir.Sonrasında derin bir suskunluk başlar, ve suskunluk kadar derin olan yalnızlık...

KADINLAR GİTTİĞİNDE...

Güzeller .... Bekir Coşkun'un çok kısa bir zaman önce vefat eden
Güzin abladan etkilenerek yazdığı 20.Temmuz.2006 tarihli Onuncu Köy
köşesinde yazdığı yazı..Katılmamak elde değil...


KADINLAR GİTTİĞİNDE .....

KADINLAR gittiklerinde arkalarında daha büyük boşluklar bırakırlar.Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinden ' Yetim -Öksüz ' kalanlar çok olur.....
Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler,özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler.....
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim
kalmıştır tabaklar.
Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların. Sıksık boynun büker '' Sarıkız ''.O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlamaz krom hac tasının. Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz .....
Bir kadın gittiğinde .....
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında;bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci....
Bir ANNE gider.....
Bir DOST.....
Bir ARKADAŞ.....
Bir SEVGİLİ.....
Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde.....
Hep böyle olur bir kadın gittiğinde; övgüler, uyarılar,yakınmalar, dualar yetim kalır. Kapı eşiğindeki '' Dikkat et ... '' duyulmaz, annesi gitmiştir ''geç kalma '' nın.
KADINLAR, arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler.Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında.Ve bir kadın gittiğinde pek çok yetim bırakmıştır arkasında ..........

3 Kasım 2006 Cuma

HAYATA DAİR SÖYLEMLER...

Hep sözlerime Hayat ne garip değilmi diyerek başlamışımdır çoğu zaman. Laf olsun diye değilde gerçekten hayatı garip bulduğumu bilenler bilirler. Sanki bir Matrixin içinde tutsak kalmış Neo gibi kendimi görmemden kaynaklıdır belkide. Bu nedenle sanalda nickim "matrixx"tir.matrix bir bilinmeyen , çözümsüz noktayı ifade ederken diğer "x" ise bendeki bilinmezliği ifade maksadını taşır.Son günlerde bu bilinmezlik belkide değişik bir boyut aldı kimbilir. Bakıyorum şöyle bir hayatın akışına da hayat günden güne daha bir garipleşiyor. Zaten oldum olası hayatın akış hızına ayak uyduramamışımdır. Ya geride kalırım hayattan, yada çok ileri giderim. Aynı dengede yürüdüğüm zamanlar oldukça nadirdir. Son zamanlarda hayata yine eleştirel bir bakış açısı getirdiğimde gördüğüm tek şey ise kocaman bir kokuşmuşluk oluyor. İnsanlara neler oluyor cümlesini kendime sormadan duramıyorum. Son günlerin oldukça popüler ve bir o kadar da can yakıcı bir haberi ister istemez benimde kafamı kurcalıyor. 17aylık bir bebeğe tecavüz haberi. Bunu yapanları ise değil insan yada hayvan olarak sınıflandırmak ; varlıkların en aşalığı olarak görüyorum hepiniz gibi. Amiyane deyişle "İnsanoğlu bu.Kimi zaman yaratılanların en şereflisi, kimi zamanda en şerefsizi.Peygamber de insandan çıkıyor pezevenkte!" Neden bu kadar gariptir bu insanoğlu? Neden bir yönüyle bu kadar iyiyken diğer yönüyle bu kadar çirkinleşebiliyor bilemiyorum. Anlayamıyorum. İçim acıyor sadece bazı zamanlar hayata bu şekilde acı yönleriyle bakarken. Görmezden gel derseniz üzgünüm varlığımın başlangıcından beridir birşeyleri asla görmezden gelemedim. Görerek acı çekmeme rağmen. Allah sonumuzu hayır etsin... saygıyla...

31 Ekim 2006 Salı

HAYATA DAİR...

La vie est breve/ Hayat Kısadır
Un peu de reve/ biraz Hayal
Un peu d'amour/ Biraz Aşk
Et puis bonjour/ Ve sonra Günaydın

La vie est vaine/ Hayat Boştur
Un peu de Haine/ Biraz Kin
Un peu d'espoir/ Biraz Ümit
Et puis bonsoir/ Ve sonra iyi Akşamlar

28 Ekim 2006 Cumartesi

YAVUZ SULTAN SELİM'DEN...

Sanma Şahım Herkesi Sen Sadıkane Yar Olur
Herkesi Sen Dostmu Sandın Belki O Ağyar Olur
Sadıkane Belki O Alemde Bir Dildar Olur
Yar Olur Ağyar Olur Dildar olur Serdar olur...

24 Ekim 2006 Salı

KADININ HASI

Can Dündar'ın kişisel web sitesinde, sahte yazılar kısmında gördüğüm ve download edip incelediğimde her noktasına yürekten katıldığım bir yazıdır. Fon olarak Kelebeklerin Dansı kullanılmış. Hem müzik hemde içindekiler birbiri ile uyumlu olan güzel bir powerpoint sunusu. Bir kadında aranması gereken özellikler diyorya işte; izlerken okuduğum her bir cümleye içten katıldım. Katılmamak eldemi sizce ? İzleyin sizde görün. Belki bu sunumu blogumda daha evvel vermişimdir. Vermişsemde hatırlamıyorum. Affola diyeyim şimdiden. Ne yaparsınız yaşlılık başa bela :) İyi seyirler ve Saygıyla...


Download:
Kadının Hası

HEMENPAYLAS HAKKINDA

Duyduğuma ve gördüğüme göre www.hemenpaylas.com sitesi yayın hayatını durdurmuş.Söylentilere bakılırsa İllegal paylaşımların yapılmasında aracılık ettiği gibi nedenlerle mahkemelerde hemenpaylas sitesi ve sahibi Elmas Güneş hakkında davalar açıldığı ve bu nedenle kapatıldığı yada yeniden düzenlemelerle geri geleceği şeklinde bir çok değişik yorum var. Şu an domain bekleme halinde sanıyorum.
İlk açıldığı zamanlardan itibaren bir Türk sitesi olması nedeniyle gurur duyduğum bir siteydi. Umarım geri döner diye temenni ediyorum. Hatta öyleki son zamanlarda nerdeyse ünlü Alman paylaşım sitesi rapidshare.de kadar popüler olmaya namzetti. www.rapidshare.de gibi paylaşım sitelerinde; hepinizin bildiği gibi upload edilen dosya bir süre sonra (ortalama 30 gün) hiç download edilmemişse otomatik olarak serverlardan siliniyordu. Ancak hemenpaylas sitesi ise bu konuda radikal bir hareketle upload edilen hiçbir dosyanın silinmeyeceğini garanti ederek işe başladı. Ve nitekim uzun zamandır da gayet sorunsuz ve hızlı olarak hizmet veriyordu. Rapidshare ile kıyaslayacağımız diğer bir yönü ise rapidshare sitesi gibi sadece saatte bir dosya indirmeye izin vermemesi özelliğiydi. Yani aynı anda zaman ve download sınır olmadan maksimum 5 dosyaya kadar hemenpaylas sitesi serverlarından download yapabiliyorduk. Basit ve kullanışlı bir arayüz tasarım vardı.Aldığım duyumlara göre ise Elmas Güneş; serverlarını yurtdışına taşıyıp siteyi kağıt üzerinde devrederek yurtdışında yeniden hayat vereceği yönünde... Kişisel bir tahminde bulunmak gerekirse de Elmas Güneş sitesinin uzunca bir süre güzel şekilde hizmet vermesini sağlayarak zaten halihazırda olması gereken reklamını çok güzel bir şekilde yaptı. Bundan sonraki aşamada ise hemenpaylas sitesini premium üyelik yada benzer şeylerle dahada para getirecek bir hale getirmesi yönünde hareketler edebilir. Sonuç olarak ise kaliteli hizmetini sürdürdüğü sürece bizler için çok da sorun olmadığı kanısındayım. En azından bir Türk sitesinin Dünya çapında yerlere gelmesi bir Türk olarak gurur duymama vesile olur. Bu bile yeterli olur kanısındayım kendimce. Elmas Güneş'in başarılarının devamını ve hemenpaylas sitesinin en kısa sürede daha iyi yerlerde olmasını diliyorum. Saygıyla....

BALON

Kucuk cocuk, baloncuyu buyulenmis gibi takip ederken, saskinligini gizleyemiyordu. Onu hayrete dusuren sey, "Bizim eve bile sigmaz" dedigi o guzelim balonlarin adami nasil havaya kaldirmadigi idi. Baloncu dinlenmek icin durakladiginda o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyordu.
Bir ara adamin kendisine baktigini fark ederek ona dogru yaklasti ve butun cesaretini toplayarak:
-Baloncu amca, dedi. Biliyor musun benim hic balonum olmadi.
Adam cocugu soyle bir suzdukten sonra:
-Paran var mi? diye sordu. sen onu soyle.
-Bayramda vardi, diye atildi cocuk, onumuzdeki bayram yine olacak.
-oyleyse bayramda gel, dedi adam. Acelem yok, ben beklerim.
Cocuk sessizce geri dondu. O ana kadar balonlardan ayirmadigi gozleri dolu dolu olmus, yurumeye bile mecali kalmamisti.
Bir kac adim attiktan sonra elinde olmadan tekrar onlara baktiginda, gorduklerine inanamadi. Balonlar, her nasilsa adamin elinden kurtulmus ve yol kenarindaki buyuk bir akasya agacinin dallarina takilmisti.
Cocuk, olup bitenleri buyuk bir merakla takip ederken, baloncu ona dogru donerek:
-Kucuk, diye seslendi. Balonlari agactan kurtarirsan birini sana veririm.
Yapilan teklif, yavrucagin aklini basindan almisti. Kosarak agacin altina dogru yoneldi ve aceleyle tirmanmaya basladi.
Hedefine adim-adim yaklasirken duydugu heyecan, bacaklarini kanatan akasya dikenlerinin acisini hissettirmiyordu. Sincap cevikligiyle balonlara ulastiginda bir muddet onlari seyretti ve dallara dolanan ipi cozerek baloncuya sarkitti. Ancak balonlardan birisi iyice sıkıstıgından digerlerinden ayrilmis ve agacta kalmisti. Cocuk onu kurtarmaya kalkissa, dikenlerden patlayacagini cok iyi biliyordu. Ister istemez balonu yerinde birakip asagiya indi ve adama donerek:
-Birini bana verecektiniz, dedi. Hangisi o?
Adam elini tersiyle burnunu sildikten sonra:
-Seninki agacta kaldi evlat, dedi. Istersen cik al.
Cocuk bu sefer ayakta bile duramadi. Kaldirim kenarina oturup baloncunun uzaklasmasini bekledikten sonra, dallar arasinda parlayan balona uzun uzun bakarak:
"Olsun", diye mirildandi. "Olsun." Agacin uzerinde kalsa da, bir balonum var ya artik..

23 Ekim 2006 Pazartesi

HAYATIN İÇİNDEN BİR YAPRAK




















































































































Şimdi bu güzel Bayram gününde bu resimleri neden bloguma eklemek gereği duydum dersiniz. Bizler bayram ederken birileri Bayram etmiyor. Bunun farkına varmak istedim sanırım. Bizler hayatımızdaki birçokşeyi beğenmezken bizim sahip olduğumuz değerler yada olanaklar birileri için aslında çok da lüks olabilir. Bu resimlerin altına birçok şey yazılabilir. Ve sayfalarca edebiyat yapılabilir.Bunu yapmak istemiyorum. Yorumsuz vermek kanısındaydım ama yinede kendimi tutamayıp birşeyler yazdım. Yorum son olarak her zamanki gibi sizindir.Saygıyla....

17 Ekim 2006 Salı

YİĞİDİ GÜL AĞLATIR

Bir zamanların akıllarda yer eden güzel dizisi Deliyürek'ten bir güzel parçadır. Özellikle açılışında yeralan kaval sesi akıllara zarardır. Zevkle dinlemeniz ümidi ile.


KAVAL AÇILIŞI VE YİĞİDİ GÜL AĞLATIR

16 Ekim 2006 Pazartesi

SUSMAK ÇOK ŞEY ANLATIR BAZEN...

Ağlasam sesimi duyar mısınız,

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz

Göz yaşlarıma, ellerinizle?



Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce.



Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum....

SÖZ BİTER SÜKUT BAŞLAR...
















Hasretinle yandı gönlüm
Yandı yandı söndü gönlüm
Evvel yükseklerden uçtu
Düze indi şimdi gönlüm...

Aramızda karlı dağlar
Hasretin bağrımda kışlar
Başa geldi olmaz işler
Yokluğundan öldü gönlüm...

Gözlerimde kanlı yaşlar
Hasretin bağrı hışlar
Başa geldi olmaz işler
Yokluğundan öldü gönlüm...

Gelecektin gelmez oldun
Halimi hiç sormaz oldun
Yaralarımı sarmaz oldun
Yokluğundan öldü gönlüm...

Aramızda karlı dağlar
Hasretin bağrımda kışlar
Başa geldi olmaz işler
Yokluğundan öldü gönlüm...

Gözlerimde kanlı yaşlar
Hasretin bağrı hışlar
Başa geldi olmaz işler
Yokluğundan öldü gönlüm...

15 Ekim 2006 Pazar

PUTRİ DOEL SUMBANG - DİALAH ALLAH

Herne kadar sözlerini anlamasamda melodisi yüreğime işlemiş bir parçadır. Ne müzik marketlerde ne de internette albümlerini bir türlü bulamadığım bir sanatçıdır kendileri. Endonesyalı bir sanatçı Putri Doel Sumbang. Parçanın adından anladığım kadarı ile Dini içerikli bir şarkı olması yüksek ihtimal. Ritmlerini ve Putri Doel Sumbangın o buğulu sesini seveceğinize eminim. Zevkli dinlemeler....


Putri Doel Sumbang - Dialah Allah

HUNGARİAN DANCE

Hepinize bildik gelen bir melodi değilmi :) Nokia telefonların bazı modellerinde bulunan ve benimde oldukça hoşuma giden bir enstrümental müziktir kendileri. Ve George Zamphir yorumundan dinleyin bakalım birde. Umarım hoşunuza gider :)



George Zamfir - Hungarian Dance

RAMAZAN AYINA DAİR

Ramazan girdiğinden beri nedendir bilmem, üzerimde bir uyku hali oluştu. O nedenle uzun sayılabilecek bir zaman diliminde bloga da yazamadım. Bu dönemde Ramazan ayının yaşanışını inceleme fırsatı bulduğumu söyleyebilirim. Bana mı böyle geliyor yoksa genel anlamda herkes mi böyle hisseder bilemiyorum ancak her geçen yılla birlikte Eski Ramazanlara olan özlemim bir nebze daha artıyor. İnsanlar günden güne daha bir bencil hale geliyorlar sanırım. Birşeyler artık dinin gereği olduğu için değilde adet haline getirilmeye çalışıldığı için yaşanıyor sanki. Zoraki yaşanan duygular gibi algılıyorum oysaki. Eski Ramazanlar diyerek söze başlayan ihtiyarlardan sanabilirsiniz beni. Henüz yaş olarak 29larda gezinmeme rağmen ; bu konuda duyduğum hasret belkide 40lı yaşları çoktan atlattığımı gösteriyor. Eskilerde herşey daha bir güzel yaşanıyormuş gibi bir duyguya kapılıyorum ister istemez. Günümüzdeki sıradan , bayağı gelen yaşantıları görünce.Neler oluyor bize ey insanoğlu? Bizki eskiden böyle değildik. Çok geriye gitmeye gerek yok. Kendi çocukluğumda yaşanan Ramazan aylarından örnekler verebilirim size pekala. Coşkuyla yaşanan zamanlardı onlar. Yanlış anlamayın bana öyle geldiği için değil. İnsanlar gerçekten o zamanlar daha bir coşkuyla yaşıyorlardı. Ramazan yada bir başka neden olmaksızın. Oysaki şimdi birşeyleri fena halde hızlı bir şekilde yitiriyoruz ama bunun farkına bile varmıyoruz bir çoğumuz. Yitirdiğimiz şeyler nelermi? Dostluklar , arkadaşlıklar, komşuluklar, haklar, hukuklar, anlayış, kültür , yaşayış vs gibi daha neler neler... Belki yitirdiğimizi farkediyoruz ama nasılsa çok da önemli değil diyerek kendimizi avutuyoruz kimbilir. "Gemisini kurtaran kaptan" mantığı ile hareket etmiyormuyuz çoğu zaman? Komşusu açken tok yatan bizden değildir diyor Peygamberimiz Hadisi şerifinde. Peki biz hangi komşumuzun hatrını sormak için özellikle bir gün evine gidipte kapısını çalıyoruz? Yada hangi komşumuz kapımızı çalıp halimizi hatrımızı sorguluyor? Yada bir komşumuz bu halde kapımıza geldiğinde bu durumu oldukça anormal karşılamıyormuyuz? Sonrasında dönüp kendimize bir baktığımızda bu durumun gayet normal olduğunu kendi kendimize telkin ederek ; yine kendimizi kandırmıyormuyuz? Biz böyle bir insanlar grubu değildik uzun zaman önce. Bizki Osmanlının torunları olarak dört kıtaya nam saldık. Dört kıtada ,uzak diyarlarda Osmanlıdan bahsedilirken yaşayışı, adaleti , kültürü vb konularla Osmanlı her zaman aranan , özenilen bir toplum değilmiydi? O Kanun-i Sultan Süleyman zamanı değilmiydi İstanbul sınırları içerisinde zekat verilecek adam aranıpta bulunamadığı yıllar? Ya o Osmanlının her noktada, toplumun her dalında göze çarpan inceliği , zarif İslam anlayışı ve yaşayışı? Biz ne zaman bu hale geldik Osmanlının torunları? Biz böyle değildik? Biz kot pantolon ile Colaya yenik düşmemeliydik öyle değilmi? Onlardan kot pantolonla Colayı alırken hiç farketmeden Dejenere olmuş kültürlerini de almışız ama hiç farkında değiliz. Örnek mi verelim? En basitinden yola çıkalım. Aile kültüründen örnek verelim Osmanlıdan ve Avrupadan ve sonrada bizden. Osmanlı' da çekirdek aile gibi bir kavram asla varolmadı. Osmanlıda aile kavramı anne, baba , çocuklar, büyükanne , büyükbaba ve kimi zamanda amcalar yada diğer birinci derece akrabalarla yaşanan bir olguydu. Çocuk ; dedesine yada ninesine günümüzdeki kadar yabancı değildi. Yada dede- nine kavramları sadece belirli günlerde görülen, ziyaretine gidilen yaşlı insanlar olarak tanımlanmıyordu o zamanlar. Avrupada ise aile kavramı Anne, baba ve çocuktan oluşan çekirdek aile olarak göze çarpar her zaman. Dede yada nine gibi kavramlar oldukça uzak kavramlardır onlara göre. Çocuk 18 yaşına gelince bağımsızlığını ilan eder, kendi hayatına yön verir. Özet olarak bu şekildedir değilmi Avrupai yaşam? Oysaki bizler bilirizki bir ailede çocuğun gelişiminde anne baba kadar değerli ve önemli olan bir diğer kavram dede yada nine sevgisi ve terbiyesidir. Bizler bu terbiyeyi alan belki son nesiliz. Nedenmi? Çünkü Taa Cumhuriyetin kuruluşundan beridir Osmanlının torunları olan bizlere verilen şey çekirdek aile kavramından başka birşey değil. Bununla büyüdük, bunu uyguluyoruz kendi çocuklarımıza. Kreşte büyüyen züppe bir nesil kalıyor sonuç olarak elimizde. Milli yada manevi değerleri oluşmamış, daha doğrusu ne olduğunu yada nereye gideceğini bilmeyen (affedersiniz) piç bir nesil büyütüyoruz hep birlikte. Kızmayın bana . Bu neslin evlatları hepimizin evinde birer tane mevcut olarak bulunuyor.Kimse sütten çıkma ak kaşık değil. Ancak garip olan kısım ise herkes halinden son derece memnun. Cidden garip bir kısım. Sİlkinip düzelmek vaktidir esasen şu an içinde bulunduğumuz vakit. Diyeceksiniz ki senin yaptığında laf olsun torba dolsun babında yazılar yazmak. Öyle görünsede dışardan bu yazının özeti, yürekten geçen daha farklıdır. Bu yazıyı belki bir kişi bile okusa ve olurya hayatında olumlu yönde bir takım değişimlere neden olsa bile bu durum benim için tarifsiz bir sevincin kaynağı olmaya yetecektir. Olayı özetlemek gerekirse bir hikaye ile ancak şu şekilde olurdu:

Hz. İbrahim Aleyhisselamı yakmak için ateş yakıldığında; birkaç canlı haricinde bütün canlılar seferber olurlar ateşi söndürmek için. Minik bir karınca da dere kenarına gider ve sırtına taşıyabileceği kadar bi su damlası alarak ateşin yakıldığı yöne doğru hızlıca koşmaya başlar. bu esnada ateşe doğru uçarak kuru bir dal parçası taşıyan bir karga bu karıncayı görür ve izlemeye başlar.Karıncaya doğru seslenir:
-Hey karınca. sırtındaki o minicik su damlası ile mi koskoca ateşi söndüreceksin? Hadi diyelimki o su damlası ateşi söndürmeye kafi gelecek ;ama sen o ateşe minicik bacaklarının koşması ile hiç ulaşamazsınki. diye söyler
-Ya karga. Belki minik bacaklarımın koşturmacası o ateşe yetişemeyecek. Belki sırtımdaki bu minik su damlası da o ateşi söndürmeye yetmeyecek. Ama ben koşuyorumki ateşe doğru sırtımdaki su damlası ile; Allah yüreğimi biliyor. MAKSAT SAFIMIZ BELLİ OLSUN...



İşte o minik karınca kargaya bu muhteşem cevabı verir. Kendimi o karınca gibi görebilirsem en azından onun gibi olabiliyorsam ne mutlu bana. İşte benimkisi de o karıncanın misali elimden geldiğince çaba göstermek. Belki Elimden hiçbirşey gelmeyecek, belki hiçbirşeye gücümde yetmeyecek ama karıncanın da dediği gibi "MAKSAT SAFIMIZ BELLİ OLSUN!"

EVLİLİK ÜZERİNE

İslamda evlilik özellikle önem verilmiş ve üzerinde durulmuş bir kurum olarak göze çarpar. İnternette sörf yaparken bu konu ile alakalı dini bilgileri içeren bir e-kitap gözüme ilişti ve paylaşmak istedim. Bilgilenmek ve bilgilenmeniz dileğimle...



EVLİLİK E KİTAP

NİHAVENT ORİENTE

Yağmurlu ve bir o kadar kasvetli bir günün sabahında dinlenebilecek en güzel enstrümental parçalardan biri olur kendileri.Birkaç gündür media playerda çalacak şekilde mp3 uploada izin veren site sıkıntısı yaşamaktaydım. Hele şükür buldum yeni bir site daha. O sitede de bandwidhtimi doldurana kadar daha Türkçe ifade ile farkedilipte tekmeyi yiyene kadar birkaç mp3 yükleyimde çalsın istedim. İşte Nihavend Oriente'de onlardan birisidir. Zevkle dinlemeniz ümidi ile.



NİHAVEND ORİENTE

11 Ekim 2006 Çarşamba

GOOGLE'A RAKİP

NewYork merkezli olarak faaliyete başlayan yeni nesil arama motoru olan HAKİA'nın hedefi tam olarak (yanlış duymadınız) Google gibi bir deve rakip olmak. İstanbul Şubesi faliyete geçmiş olan Hakia , pek yakında Türkçe olarak dahizmet verecek.Hakia Yetkilileri , hedeflerini arama motorları sıralamasında ilk 3e girmek olarak belirtiyorlar.Bu piyasaya hızlı bir giriş yapan Hakia'ya hayırlı olsun diyelim. Şahsen ilk 3e girecekleri yönünde çok umutlu değilim Hakia'nın ama yinede Google 'a rakip olması açısından bakılırsa sevindim.Rekabet çoğu zaman tüketicinin yani bizlerin kazanması anlamına geliyor çünkü. Ancak şu durumuda merak etmiyor değilim doğrusu.Hakia ; Microsoft , Yahoo ve Alexa gibi devlerin arasından nasıl sıyrılıpta Google'a kafa tutacak ciddi bir rakip olacak acaba? Neyse izleyip görmek lazım artık. Şimdi Yeni nesil arama motorumuzun internet linki:


http://www.hakia.com

10 Ekim 2006 Salı

AFFETMEK...

Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: "Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?" Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. "O zaman" der öğretmen. "Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin" öğrenciler bunu da yaparlar. Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz! Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: "Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun." Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine "Peki şimdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: "Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde, hep yanınızda olacaklar." Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: "Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor." "Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık. Hem sıkıldık, hem yorulduk?" Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: "Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir...

BİR GÜZEL NASİHAT

Edeb bir tâc imiş Nur-ı Hüda'dan
Giy ol tâcı emin ol her beladan
İlim irfan meclisinde aradım buldum taleb
İlim en gerideymiş illa edeb, illa edeb

EFTELYA

Bir el uzanır bana
Sınırların ardında
Büyümeli sevdamız
Kardeşlik toprağında

Ver elini ver bana
Eftelya

Uzansın elimiz eftelya
Benim divane gönlüm
Seni ister eftelya
Ayni topraktan geldik

Biz bize benzeriz
Sevda ile dururken
Neden kavga ederiz

8 Ekim 2006 Pazar

BU YOL NEREYE GİDER?
















bir kuğunun boynuna dokunurken…

yol bir yere gitmez
içerde
düz saçlara uğrar
ayak üstü bir akşamüstü
her plansız ürperişin sonu
hüsran
ve hüsran
çok sanat müziği bir kelimedir

yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yol yoluyla gidebilir yare
yoldan çıkabilir apansız
ve ömür bitebilir yoldan once
ama yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
yaşamak
hızlı bir ölme biçimidir
düşünce ışıktan yavaşsa
erken gidilmelidir
gerdan sözcüğüne
bir kuyumcuda da rastlayabilirsin
bir kasapta da
kalbin sızlamaz
bir kuzu yüreğini vitrinde görünce
o bir beslenme biçimidir
ama korkarsın
kurdun sevdiği havadan
ayakkabı yaparsın yılandan

yol bir yere gitmez
o bir durma biçimidir
her garantiyi istersin hayattan
oysa ölümle yaşam arası
uzun malum ince bir yol
bir yere gitmez
o bir ölme biçimidir

iyi yolculuklar denmez bir gidene
yapılamaz çünkü
çok yolculuk bir seferde
yolcu denmez her gidene
herkes o yolun taraftarı olmayabilir
hiç bir sürgün
gittiği yolu sevmez mesela


yol bir yere gitmez
o bir susma biçimidir
soğuk bir taşıtın uğultusunda

7 Ekim 2006 Cumartesi

BİR NASİHAT

Katlanılmaz bir kötülük gelirse eğer başına,
Suskun kayalar gibi dur ve diren tek başına,
Rahat günlerde gelir geçer, zor günlerde,
Sabırlı ol dünya harcı değmez göz yaşına


İMAM ALİ (A.S.)

6 Ekim 2006 Cuma

HAYYAM'DAN

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alsın aklımızı
Belki böyle beğenir bizi el alem!

5 Ekim 2006 Perşembe

POLYUSKO POLE

Esin Engin'den güzel bir çalışma. İnsanı yorgun bir günün sonunda dinlendirebilecek 3 güzel şeyden birisidir kanımca. Orta şekerli Türk kahvesi, Günbatımına doğru bir bakış ve Esin Engin "Polyusko Pole". Zevkli dinlemeler...



Ben bu parçayı çok beğendim. Dinlerken zevkten öldüm diyorsanız şayet o zaman haden bakalım download etmeye :)


POLYUSKO POLE

HAYAT BİR TANGO OLSA...

Keşke hayat Esin Engin'in şu an dinlediğim tangolarından birisi kadar güzel , akıcı ve bir o kadar da masalsı olsa... Çok şey istedim biliyorum. Olduğu yaşamak lazım. Tango zevkinde bir hayat sadece... :)

2 Ekim 2006 Pazartesi

AŞKA DAİR...

Bir fahişeyi azize yapar AŞK ve bir azizeyi fahişe. Önemli olan erkeğin her iki durumda da onu yeniden şekillendirmesidir.Geçenlerde bir internet sitesinde , bir kullanıcının bilgilerinde okuduğum ve oldukça takdir ettiğim bir tespitti bu yukarıda yazan cümle.
AŞK'a nasıl baktığımızdadır biraz da işin gizemli tarafı. AŞKtır der geçeriz ya çoğu zaman. Magazin basınının baktığı gözlüklerle bakarsak AŞK'a. Oysaki AŞK, bir gecelik yaşanan bir şehvetmidir ya diğer gözlerden bakılınca. AŞK dediğin nedirki usta?
Kays'ı Mecnun'a çeviren, Leyla diyerek diyar diyar gezdiren, Sonunda yüzünü yeniden Hakka çevirten, aradığını Hakta bulduran; o AŞK değilmidir? Mevlana'nın sözlerindeki gibi değilmidir AŞK? "Neyi arıyorsan, Sen osundur aslında" cümlesinde gizli değilmidir AŞK? Hep AŞKı isteriz hayattan , Haktani Yaradandan. Derizki "Ey Yarabbim Bana Aşkı nasip eyle" diye bitirmeymiyiz dualarımızı? Ya burda istenen aşk nedirki ? Kara kaşlarda , kara gözlerde gizlenen bir sevda hummasımıdır yoksa sizin istediğiniz AŞK? Sevgiliye şiddetle bakılan bir nazarda mı gizlidir yoksa AŞK? Yarenin gizemli gözlerindemi saklanmıştır? Nedir Bu AŞK sırrının kökeni ? Anlatılırmı yaşanırmı? Yenirmi , içilirmi? Aranırmı , bulunurmu? Yoksa o mu gelir seni beni bulur hesaplamadığın bir anda? Sevda sırrı nerde saklıdır yürek evinin hangi odasında gizlenir?
Ferhat o AŞK için delmemişmidir dağları.Demirci ustası Ferhat, aşkı Şirin uğruna dağları deler. Türk ve İran edebiyatinda çok işlenen bir konudur esasen. Ferhat ile Sirin birbirlerini çılgınca severler. Sirin soylu bir genç kız, Ferhat halktan bir delikanlı olduğu için, birbirlerine kavuşup mutluluğa ulaşamazlar. Sirin"in yakınları Ferhat"a akla gelmedik zorluklar çıkartırlar. Demir yapılı bir dağı delmesi gerektiği şartı da güçlükler arasındadır. Ferhat, zekası, teknik bilgisi, bilek gücü,aşktan aldigi kuvvetle dağı deler. Halk edebiyatımızda Ferhat, divan edebıyatımızda Hüsrev olarak geçen bu masal kahramaninin deldiği dağın adı "Bisutun Dağları"dır.Esasında ise deldiği dağlar; kendi nefsinin önüne sıraladığı azgın dağlardan başka birşey değildir. Ferhat o dağları delmekle, kendi nefsini delip geçmiştir bir çırpıda. AŞKına ilahilik katması işte tamda bu noktadan ileri gelir.
AŞK, bir kapı değilmidir gönülden Hakka? Hakkın alemleri hatırı için yarattığı varlık değilmidir Muhammed (S.A.V.) ? Muhammed Aleyhisselam AŞKına yaratılmamışmıdır bunca alem, varlık , yokluk, ezeliyet, ebediyet? O zaman işte AŞK, esas öneme haiz değilmidir? Her dünyaya gelen Allahın kulu; AŞKı isterken canı gönülden ; esasında Hakkın yarattığı o yüce duygudan bir parça istemezmi kendi yüreğine? Kara kaşlarda, kara gözlerde o AŞKtan bir parça, o AŞKtan izler aramazmı her bir insanoğlu? Yaradan ; alemleri dize getiren , cahilleri alim eden, vahşileri yahşi eden o AŞK hatrına varetmemişmidir alemleri? Her gönlümüz titrediğinde acaba bu AŞKmı diye olan sorgularımız bu nedenle değilmidir?
Zamanın birinde uzak diyarlarda bir ülkede bir köle ; ülke padişahının kızına aşık olur. Gel zaman git zaman AŞKına derman bulamaz.Divane olsa olamaz, aşık olsa derman bulamaz. Kendince kavrulur , yanar yürek ateşi en derinden. Birgün bu derdine derman ararken ; erenlerden bir yüce zat çıkıverir karşısına. DErki "Evlat senin dermanın şudur. Bir yüce dağbaşında bir mağaraya kapan.Her gün o AŞkını düşün sadece. Onu dile Allahtan canı gönülden. Onun ismini zikreyle.Göreceksinki bir gün o AŞK sana kavi olacaktır. 40günde sevdiğin senin kapına gelecektir"
Bunu duyan o köle , gider bir yüce dağbaşına. Orda bir mağaraya kapanır. İnsanlardan elini eteğini çeker. Sürekli sevdiği vardır hayalinde , dilinde. Onun ismini zikrederek geçer saatleri , günleri.Bu esnada içindeki AŞKın tesiri ile Hak yolundaki mertebeleri gittikçe artar. Civarlardan bu kölenin namı yayılır günden güne. "Bir köle , dağda mağaraya çekilmiş.Erenlere karışmış" derler herkesler. Gerçekten de köle öylesine içten bir şekilde Sevdiği insanı Haktan dilerki Bir müddet sonra Erenlere has belirtiler hasıl olur kölede. Artık kendinden geçme noktasına gelmiştir. Bir takım mucizevi haller görülmeye başlar o kölenin ve bulunduğu yöre etrafında. Nitekim yöre halkı bu durumları o kölenin hallerine bağlarlar. Sürekli ziyaretine gelenler olur, o garip mağarası insanlarla dolar,taşar. Oysaki köle fenafillah makamına ulaşmıştır artık. Onun için tek önemli olan şey, AŞKı için zikreylediği sevdiğidir. Ne özünde, ne gözünde ondan gayrı bir cismaniyetin önemi kalmamıştır. Durum böyleyken aradan tam kırk gün geçmiştir. Kölenin bu harikulade halleri padişaha ve kızına kadar ulaşır. Şu yörede bir köle , erenlere karışmış diye kulaklarına gelir. Padişah ve kızı derlerki ; madem öyle bizde gidelim ziyaretine de Hak yoldan kendimize dua alalım erenlerin yüzü suyu hatrına diyerek yola düşerler. Kölenin mağarasına varırlar. Padişah geldiği için Mağaradan diğer insanlar çıkarlar. Padişah ve kızı içeri girer. Birde bakarki köle karşısında ne görsün. 40 gün evvel o erenlerin kendisine dediği gibi ; tam 40 gün sonra Haktan dualarla zikirlerle istediği yareni tam karşısındadır. Ona gelmiştir. Bunu gören kölenin gözlerinden yaşlar süzülür. Derin bir pişmanlık , bir o kadar da yüreğinde sızı duyar:
"Ya Rab" der. "40Gün AŞkın ateşi ile yarimin ismini mırıldandım dudaklarımda. Sen 40 gün sonra karşıma getirdin onu. Beni ona AŞIk ettin. Onu bana yar ettin. 40gün canı gönülden Yari diledim. Bu kadar yürekten SEni dileseydim keşke Ya Rab" diye niyaz eder ve kendi kendine ; bu durumundan ötürü pişmanlık duyar. Nitekim o köle, zaten ; yaradan huzurunda ondan yarini değilde esasen Hakkı istemiştir. Yaren ancak ve ancak bir vesiledir , olsa olsa bir araçtır Hakka uzanan yolun kenarlarında. Esas olan Hak değilmidir ya ?
Ya Rab bizi senin yolunda olanlardan eyle. Bizki bu dünya yollarında kaybolmuş bir garip kulunuz. Sende dileğim bizi yolundan ayrı koymamandır. Ne bir bildiğimiz vardır, ne de gidecek bir yerimiz. Tutacak tek el senden, candan sevecek tek yaren yine sendendir. AŞK diye diye senden sadece yine SENi dileriz Ya Rab. Bizki nefsimizle bir olmuş şeytanın ağında zıplayan birer sineğizdir ancak. Bizi bizimle bırakırsan halimiz nice olur? Bizki kendimizi bile tanıyamayan aciz kullarınız. Medet sendendir, çare yine senden. Sen alırsın ancak, veren yine sensindir. Bizki günah işleriz. Sensindir ancak affeden o günahları. Dilerizki o günahları hiç işlemeyelim. Dilerizki o günahlar asla asılmasın boynumuza. Senden duyulan korkudan değildir günahlarımızdan utancımız. Sana olan boynu bükük utancımızdandır ancak... Affeden sensin, Rahmet gösteren yine sensin. Boynumuz kıldan incedir...

1 Ekim 2006 Pazar

DEĞERLİ BLOG

Bugün bayağı çalıştım değerli blogum. Artık uzunca bir süre sana bakmasamda olur. Bir günde bayagı post yapmışım :) Azcıkta reel dünyaya bakalım. Hadin Matrixx kaçar. Kendinize iyi bakın sanal dünyanın reel insanları ;)

BAK BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ 4







































İnternetin en sevdiğim yönlerinden biriside işte böyle henüz piyasaya çıkalı birkaç gün bile olmamış albümleri , kalite eserleri bedavaya getirebilmektir. İşte size Bir Zamanların en güzel nostalji albümlerinden birisi. Aman piyasada bilmem kaç YTL. Buyrun doya doya dinleyin :)

Albüm içeriğinde yeralan şarkıların listesi aşağıdaki gibidir. En altta ise download linkini göreceksiniz. Download ettiğiniz rar arşivinin şifresi ise: www.turkboard.us şeklindedir. Hadi iyi dinlemeler. Dua edin bana :)


1- Timur Selçuk / Sen Nerdesin (1967)
2-Nilüfer / Körebe (1974)
3-Ferdi Özbeğen / Yok Yok Yalan Deme (1982)
4-Tanju Okan / Gözünde Yaşlarla (1974)
5-Ayten Alpman/ Ömrüm Senindir - Bin Defa - (1969)
6-Semiramis Pekkan / O Karanlık Gecelerde (1971)
7-Cahit Oben / Selam Dostlar (1974)
8-Füsun Önal / Bunlar da Geçer (1976)
9- Modern Folk Üçlüsü & Tanju Okan & Nilüfer / Kim Ayırdı Sevenleri (1973)
10-Ayşegül Aldinç & Mehmet Teoman / Hastane (1978)
11-Şehrazat & Cömert Baykent / Söz Sevgilim Söz (1974)
12-Nur Belda (Yoldaş) / Bile Bile (1974)
13-Cihan Akerson / Ayrılsak da (1975)
14-Rana & Selçuk Alagöz / Nazlanma (1975)
15-Ayla Algan / Selvi Boylum (1972)
16-Modern Folk Üçlüsü / Ağlamak Geliyor İçimden (1973)
17-Nesrin Sipahi / Yağmur Seninle Güzel (1970)
18-Dario Moreno / Aşkımız Bitti (Deniz ve Mehtap)
19-Juanito / Bu Bir Başka Masal (1967)
20-Fecri Ebcioğlu / Dünya Dönüyor (1968)


BAK BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ 4

ULYSSES GAZE


















Ulysses Gaze (Ulysses'in Bakışı)

Yanılmıyorsam başrolünde Harvey Keitel oynuyordu. 1995 yılı, Theo Angolopulos yapımı bir filmdir. Theo Angelopoulos tarzı nedeniyle oldukça beğendiğim ve geç tanıdığım bir yönetmen. Tabi söylemeyi unutmadan belirtmekde fayda var. Bu filmin müzikleri ise yine muhteşem kadın Eleni Karaindrou'ya ait.Albümlerini bir o kadar zor bulduğum ve dinledikçe asla doyamadığım , vazgeçemediğim bir sanatçıdır kendileri. Uzun zamandır Bu sanatçının bu filme ait olan müziklerini arıyordum. İnternet üzerinde belkide girmediğim site kalmadı bu yüzden desem abartı olmaz sanırım. Online alışveriş sitelerinde bile albümlerin bulunmadığı , yok sattığı bir sanatçı kendileri. Musicolog sitesinde adından saygıyla bahsedilen Yunanistanlı , Yunanlıların deyimi ile "Tanrıların müziğini yapan kadın". Dipnot düşmekte fayda var diye düşünüyorum. Bu meşhur musicolog sitesinde sanatçı olarak adından bahsettirmek oldukça zordur. Gerçek ve akademik anlamda müzik yapan, müzik üzerine ciddi anlamda kafa yoran profesyonel ötesi isimlerin girebildiği bir sitedir. Örneğin bu sitede müzisyen olarak ülkemizde adı anılan isim sadece Erkan Oğur'dur.
Neyse artık sadede geleyim. Eleni Karaindrou'ya ait elinde Ulysses Gaze albümü ve diğer albümleri olanlar varsa benimle temasa geçerlerse sevinirim.İletişim için:


Msn Adresim: realmatrixx@hotmail.com
Mail Adresim: realmatrix@gmail.com

BLOG MEDİA PLAYER EKLENTİSİ HAKKINDA

Bundan sonraki günlerde ; elimden geldiğince Blogumdaki Media Playerda sıkça değişik güzel eserlere yer vermeye başlayacağım. Tanju Okan- Kadınım bunlardan biriydi mesela. Uzun zamandır aradığım, Eleni Karaindrou yapımı Ulysses Gaze albümünden Ulysses Theme isimli muhteşem enstrümental parça ve Seitkaliev'den Waltz of the Butterfly isimli parçayı yakında dinleyebilirsiniz burdan. Elimden geldiğince download linkleri de vermeye çalışacağım. Çünkü bu bahsettiğim iki parçayı nette bulmak , benim için bile zor oldu diyebilirim. Herikiside harikulade yorumlar. Az sonra Seitkaliev parçası geliyor.
Waltz of the Butterfly yada diğer adıyla Kelebeğin Dansı...


Parçayı bu siteden bağımsız olarak dinlemek yada download etmek için aşağıdaki parça ismine tıklayınız:

Waltz of the Butterfly

BİR SÖZ...

Herkes anlayabildiği kadar yaşar,
Anlayamadığı şeyleri ise umursamadan ölür , gider...

30 Eylül 2006 Cumartesi

BİR KEZ GÖNÜL YIKTINSA...

Bir kez gönül yıktınısa
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil

Bir gönülü yaptınısa
Er eteğin tuttunusa
Bir kez hayır ettinise
Binde bir ise az değil

Yol odur ki doğru vara
Göz odur ki Hakk'ı göre
Er odur alçakta dura
Yüceden bakan göz değil

Erden sana nazar ola
İçin dışın pür nur ola
Belî kurtulmuştan ola
Şol kişi kim gammaz değil

Doğru yola gittin ise
Er eteğin tuttunusa
Bir hayır dua ettinise
Birine bindir az değil

Yunus bu sözleri çatar
Sanki balı yağa katar
Halka meta'ların satar
Yükü gevherdir tuz değil


Erenlerin ulularından Yunus Emre'den bir güzel şiirdi.

29 Eylül 2006 Cuma

YENİ BİR SAYFADA SANA BAKMAK

Her şey yapılabilir
Bir beyaz kağıtla
Uçak örneğin uçurtma mesela
Altına konulabilir
Bir ayağı ötekilerden kısa olduğu için
Sallanan bir masanın
Veya şiir yazılabilir
Süresi ötekilerden kısa
Bir ömür üzerine.


Bir beyaz kağıda
Her şey yazılabilir
Senin dışında
Güzelliğine benzetme bulmak zor
Sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
Her şeyden
Bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
Belki tabiattadır çaresi
Senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
Ve benim
Bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
Anlarım bitkiden filan
Ama anlatamam
Toprağın güneşle konuşmasını
Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla


Sen bana ışık ver yeter
Bende filiz çok
Köklerim içimde gizlidir
Gelen giden açan soran bere budak yok
Bir şiir istersin
"İçinde benzetmeler olan"
Kusura bakma sevgilim
Heybemde sana benzeyecek kadar
Güzel bir şey yok


Uzun bir yoldan gelen
Tedariksiz katıksız bir yolcuyum
Yaralı yarasız sevdalardan geçtim
Koynumda bir beyaz kağıt boşluk
Her şeyi anlattım
Olan olmayan acıtan sancıtan
Bilsem ki sana varmak içindi
Bütün mola sancıları
Bütün stabilize arkadaşlıklar
Daha hızlı koşardım
Severadım gelirdim
Gözlerinin mercan maviliğine


Sana bakmak
Suya bakmaktır
Sana bakmak
Bir mucizeyi anlamaktır


Sana sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
Aşk sorgusunda şahanem
Yalnız kelepçeler sanıktır
Ne yazsam olmuyor
Çünkü bilenler hatırlar
Hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
Bahçıvanlar değil tüccarlardır
Sen öyle göz
Sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
Sen teninde cennet kayganlığı iken
Sana şiir yazmak ahmaklıktır


Bir tek söz kalır
Dişlerimin arasından
Ben sana gülüm derim
Gülün ömrü uzamaya başlar


Verdiğim bütün sözler
Sende kalsın isterim
Ben sana gülüm derim
Gül sana benzediği için ölümsüz
Yazdığım bütün şiirler
Sana başlayan bir kitap için önsöz


Sana bakmak
Bir beyaz kağıda bakmaktır
Her şey olmaya hazır
Sana bakmak
Suya bakmaktır
Gördüğün suretten utanmak
Sana bakmak
Bütün rastlantıları reddedip
Bir mucizeyi anlamaktır
SANA BAKMAK,
ALLAH'A İNANMAKTIR...

ACI VEREN NOKTALAR...




















Bazen çuvallar dolusu kitap anlatamazken duygularınızı , bir minik cümle tüm duygularınıza tercüman olur sanki. Yukarıdaki resmi wapain.net sitesinin ilk açıldığı günlerde internette bulmuştum. Ve ordaki bloguma ilk eklediğim resimlerden birisiydi. Nerden nereye yani özetle...
Şu an duygularımı en güzel Selahattin Pınar'ın o şarkısı anlatabilir belkide:

"Söndü yadımda akisler gibi aşkın sihri..."

SÖZ BİTER, SÜKUT BAŞLAR..

Söyleyecek çok sözüm vardı,hepsi yarım kaldı..
Neler ummuştum hayattan,elimde ne kaldı..
Kırılan kalbim miydi yoksa,karnımdaki bu sancıyla,
Küflenmiş ruhum unutmadı,unutmadı seni hala...

27 Eylül 2006 Çarşamba

DOSTOYEVSKI "Amcanın Rüyası"

Ve ilk e kitabımız bir dünya klasiği olacak. Dostoyevski'de "Amcanın Rüyası" . Bu e kitabı aşağıdaki hemenpaylas linkinden indirerek okuyabilirsiniz. Dipnot olarak bundan sonraki paylaşımlarımda gerek Türk sitesi olması , gerekse kalite yönü ile rapidshare sitesinden eksiği bulunmamasından dolayı "hemenpaylas.com" sitesini kullanacağım. Ne demişler Yerli malı, Yurdun malı hesabı birazda. Bir bilgiyi not düşeyim. Rapidshare sitesinde yaptıgınız paylaşımlar hiç download edilmezse birileri tarafından , ortalama 1 ay süre sonrasında silinmektedir. Ancak Hemenpaylas.com sitesinde yapılan tüm uploadlar düzenli olarak arşivlenmektedir. Silinmeleri şu an için söz konusu değil. Bu nedenle paylaşımlarda sizlerde hemenpaylas sitesini kullanın derim. Saygılarımla...



AMCANIN RÜYASI


NOT: Kitap pdf formatında ve ortalama dosya boyutu 963kbttır.

24 Eylül 2006 Pazar

E-KİTAP OKUYABİLMEK İÇİN GEREKLİ BİLGİLER

Öncelikle E-kitap olayını biraz daha ayrıntılı anlatalım. E kitaplar; genel olarak pdf, lit, chm, doc uzantılı olarak yapılırlar. Mesela Dostoyevskiden örnek verelim. Suç ve Ceza isimli başyapıtı pdf formatında e kitap olarak piyasadadır. Bunu okuyabilmek için bilgisayarımızda herhangi bir pdf görüntüleyici program kurulu olması yeterlidir. Mesela Abbyy Fine Reader yada Adobe Acrobat Reader gibi programlar bu işi görecektir. Benim tercihim Adobe Acrobat Reader 7.0 professional sürümden yana olur. Ancak siz pdf belgesi üzerinde herhangi bir oynama yapmadan sadece kitap okuyacağınız için sadece Adobe Acrobat Readerin herhangi bir klasik versiyonu işinizi görecektir. Örn. versiyon 5.0 yada 6.0 gibi. Bilgisayarınıza Adobe Reader kurmak için aşağıdaki linke tıklayıp dosyayı indirin ve bilgisayarınıza kurun. Artık e kitap okumaya hazırsınız demektir :)

Adobe Acrobat Reader download


Bir diğer popüler e kitap uzantısı ise LİT uzantılı dosyalardır. Bu dosyalar ise Microsoft ebook reader isimli program ile okunabilir. Programın boyutu ortalam 3,5Mbtır. LİT uzantılı dosyalar için bu programı bilgisayarınıza aşağıdaki linke tıklayıp programı indirin ve sonra bilgisayarınıza kurun. Artık lit uzantılı e kitapları okuyabilirsiniz.


Microsoft E Book Reader 2.1.1


Çok popüler olmayan ama genel anlamda kullanılan bir diğer e kitap dosya uzantısı ise hepimizin bildiği klasik doc uzantısıdır. Microsoft word dosya uzantısı olan doc uzantılı e kitapları okuyabilmek için ise bilgisayarınıza MS Office uygulamasını kurmanız gerekmektedir. Bu uygulama genelde artık hemen hemen tüm bilgisayarlarda standart olarak kurulmaktadır. Bu nedenle büyük ihtimalle sizin bilgisayarınızda da vardır.


Ve son olarak nedir bu e-book, e-kitap yada halk diliyle sanal kitap olayı? Sanal kitap; internetin günlük hayatımıza iyice girmesiyle birlikte varolmuş bir olgudur. Reel dünyada elimize alarak okuduğumuz kağıttan yaprakları olan kitapların bilgisayar üzerinde görsel olarak okunması mantığın dayanır. Genel anlamda yoğun çalışan , bilgisayar ortamında işleri olan ve kitap okumaya çok fazla zaman ayıramayan insanlar için ideal bir kitap okuma yöntemidir. Ve gün geçtikçe popüler hale gelmektedir. Hatta öyleki yeni çıkan cep telefonlarında bile e kitap okuyabilmektesiniz.Koskoca kalın bir kitabı sürekli yanınızda gezdirmek yerine aynı kitabın sanal versiyonunu minicik boyutu ile sürekli takip edip okuyabilirsiniz. Bilginin efendisi olmak tabiri gün geçtikçe gerçek oluyor artık. Zevkli okumalar dileğimle. Çok yakında e kitap download linkleri vermeye başlayacağım. İzlemeye devam edin. Saygılarımla...

E-KİTAP

Düşündümde kitaplar hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Bende bundan sonraki günlerde blogumda çeşitli sanal kitapları yayınlamaya karar verdim. Şayet sizde benim gibi bilgisayar başında çok kalan biriyseniz ve kitap okumaya zaman ayıramadığınızı düşünüyorsanız; İşte size bundan sonra bilgisayar başında okuyabileceğiniz e-kitaplar. Artık mazeretimiz de kalmayacak :) Edebi, teknik, kültürel bir çok konuda pdf yada lit formatında e-kitapları download linkleri ile yayınlayacağım. Umarım topluma bir nebze hizmetimiz olur, ki olursa ne mutlu bize. Arkamdan "Allah razı olsun" cümlesini duymak herşeye bedel olacaktır. Beni izlemeye devam edin. Saygılarımla...

DERTLİ DOLAP

Genel olarak Türkü sözleri, hikayeleri ağırlıklı olmakla birlikte; beraberinde şarkı sözleri ve şiirler eşliğinde bir nevi arşiv olarak düşündüğüm DERTLİ DOLAP blogum dün gece itibari ile yayına girmiştir. İsim olarak ise erenlerin büyüklerinden Yunus Emre'nin Dertli Dolap şiirinden esinlendiğimi söylemeliyim. Zevkle izlemeniz dileğimle. Saygılarımla...

23 Eylül 2006 Cumartesi

AŞIK SEYRANİ

XIX. yüzyıl gizemci halk şiirinin büyük ustası, kuşkusuz, Seyrani'dir. Dehası, yergiciliği, taşlamacılığı, bir bakıma, gizemciliğini bastıran, haksızlığa, rüşvete, kıyıcılığa, toplumsal dengesizliklere, kaba sofuluğa, ahlaksızlığa karşı gözünü budaktan esirgemeden, korkmadan, çekin­meden savaşım veren, bu arada inancının gereklerini de bir yana itmeden, şiirsel yapıdan, söyleyişten uzaklaşmadan, etkin, kalıcı şiirlerini sazıyla halk içinde söyleyen güçlü bir ozan Seyrani. Şiirlerinin çoğunun bugün de güncelliğini yitirmemiş olması, halk arasında büyük saygınlık kazanması, Seyrani'nin gücünü belirlemesi bakımından ilginçtir.

Seyrani, Kayseri'nin şimdiki adı Develi olan Everek ilçesinde doğmuş, yine doğduğu yerde ölmüştür. Yoksul bir mahalle imami olan Cafer Hocanın oğludur. Asıl adı Mehmet'tir. Bir saptamaya göre, 1807 yılında doğmuş, 1866 yılında ölmüştür. Ancak, bu tarihlerin doğruluğu üzerinde kuşkular da vardır. Seyrani’nin bir mezar taşı bile yoktur; bir rivayete göre şimdiki Develi Lisesinin Güney Doğu tarafında lisenin köşesinde olduğu Rahmetli Aşık Ali Çatak Bey tarafından yapılan araştırmalar sayesinde orda oldugu rivayet edilmektedir. Seyrani ;

“Can ipi ten yününden
Saran kirman ular bir gün
Hep kesilir sular bir gün
Ecel kollarini boynuma
Habersizce dolar bir gün
dür bugün”

der ve vefat eder.
Seyrani çocukluğunda bir süre Halasiye mektebine devam eder, iki yıllık bir mahalle eğitimi alır. Bir rivayete göre sekiz yıl askerlik yaptığı söylenir.Askerlik dönüşü evlenir ve Seyfullah, Nasrullah, Emine, Zeliha, Havva ve Fatma adında altı çocuğu olur. Seyrani ismini almasının bir sebebi hikmeti vardir. Bir yaz sabahı mescit imamı olan babasının kapısı vurulur; Cemaat dışarda kaldı, sabah namazı vakti geçiyor denilir. Babası da Seyrani’yi mescidin kandillerini yakmakla görevlendirmistir. Seyrani kandilleri yakmak için mescide gider, kapıyı açar ve kandilleri yanmış bulur içeri girdiğinde kandillerin titrek ışıkları altında muntazam saflar tutmuş yeşil kavuklu, ak sakallı, iri gövdeli, mebih kıyafetlı cismi nurlu bir cemaat görür.Gördügü bu manzara karşısında titrer, korkar düşer ve bayılır. Günlerce ortadan kaybolur, yavrusunun esrarengiz bir şekilde kayboluşundan dolayı validesi ağlar ve çırpınır. Tüm aramalar sonunda bir hafta sonra Köspınardaki gazel bağlarında babası oğlunu baygın bir halde bulur. Ne olduysa ondan sonra olur ve Mehmetlikten Seyrani mahlasli şairliğe geçen insandır artık o. Ne olduğu sorulduğunda; yanındaki yeşil cübbelilerle Bağdat’a gidip Imam-i Azamı ziyaret ettiklerini ve geri kendisini bağa bırakıp üzüm yiyerek ayrıldıklarını söyler. Seyrani’nin kalp gözü açılmıştır artık Hak için yaşar Hak için söyler, Hak için çalar sazını rakiplerini birer birer pes ettirir sözleriyle. Bir ara gururlanır kendisiyle; bağlarına dogru giderken çakıl arasinda bir tilki rast gelir Seyrani Babaya ve “DUR” der tilki; suallerime cevap ver der: ona ahiretle ilgili sualler sorar ve hiç birine cevap veremez ve gururlandığından dolayı bu dersin kendisine reva görüldüğünü anlar ve su sözleri söyler;

“Agir meclislerde sıkılmaz iken
Mengeneye versen bükülmez iken
Seyrani aslana yenilmez iken
Dedirdin tilkiye pes kara bahtım”

der; ve düşer gurbet ellerin yollarına.Yolculuk Istanbul’adır ve dönem Abdülmecit Han dönemidir ve yedi yıl ilim ve irfan tahsil eder. Istanbul'da ''bilimsel ve kültürel öğrenim'' gördügü şiirlerinden anlaşılmaktadır. Bir yandan da Alevi-Bektaşi tekkelerine girmiştir. Tasavvuf konularını öğrenmiş yergici, taslamacı yanını acımasızca kullanmaktan çekinmemiştir. Gelenekçi halk şiirini öğrenmiştir.

Seyrani XIX yy halk şiiriyle tekke şiiri arasında bağlantı kuran, her iki şiir türünü birbiriyle kaynaştıran bir halk şairidir. Şiirlerinde aşk ve tasavvuf konularını işler. Bazı şiirlerinde Alevi- Bektaşi edebiyatında sık sık kullanılan tasavvuf kavramları, özellikle Ehli Beyt sevgisi geniş bir yer tutar. Dili akıcı, söyleyişi kolay ve yumuşaktır. Halk deyimleri, atasözleri gibi ortak dil varlıklarını çok kullanır. Şiir konularını ( aşk, günlük olaylar ) genellikle kendisi hayatından seçer. Bazı şiirlerinde çağının sosyal durumunu, ahlak çöküntülerini toplum sarsıntılarını yerici bir dille ele alır.

Anlaşılan odur ki Seyrani, doğasal olarak her türlü yanlışlıklara karşı çıkmadan, olayları, kişileri yermeden edememektedir. Bu yüzden olacak ki Istanbul’da seçkinleri yerdiği için hakkında kovuşturma açılmış, ve bir dostunun yardımıyla Develi’ye kaçırılmıştır. Bir rivayete göre Seyrani’ nin Istanbul’dan kaçışı şöyle anlatılmaktadır; Dolmabahçe Sarayı yeni yapılmaktadır boşa giden masraflara bakarak saray düzenini ve bozuk düzene sürekli eleştirilerde bulunur. Bu yüzden sürekli saray tarafından tenkitler alır. Yapılan bir yarışmada birinci olur ve ödül için saraya padişah huzuruna çağırılır ve kendisine bir kürk hediye edilir. Saray çıkışında yolda gördüğü soğuktan titreyen bir garibe kürkü hediye eder. Bunu görenler padişaha hakaret diye şikayet ederler ve sürgün edilmesi istenir bunun üzerine huzura çağrılır ve sorulur:ve Seyrani “Beni Hakkın Mekanından Özge Bir Mekan Bulmak Mümkün Ise Bul Gönder” der bu söz padişahın çok hoşuna gider ve affeder. Ama düzen hep tersine gitmeye devam eder ve Seyrani de eleştirilerine sözle karşılık vererek devam eder. Artık Seyrani için ölüm fermanı çıktı çıkacaktır. Develili bir hemşerisi tarafindan gizlice bir gece Develi’ye kaçırılır. Bir süre burada kalır ve daha sonra Halep’e gider ve bir müddette orada kalır. Halepten tekrar Develi’ye döner o artık erenlerin şarabından içmis, Hak için söyleyen bir aşıktır ama malesef Develi onun kıymetini kadrini bilmez; ancak öldükten sonra anlaşılır kıymeti ve kadri.
Özellikle Orta Anadolu'da gezdiği anlaşılan Seyrani'nin ''Aşık Toplantıları''na katıldığı, düzenlenen türlü sazlı sözlü yarışmalarda hep önde gittigi anlaşılıyor.


Yaşamının sonuna doğru bir sinir hastalığına da tutulan Seyrani'ye son döneminde "Deli'' dendiği saptanıyor. Seyrani'nin yaşamı acılarla, yoksulluklarla geçmiştir, bütün zorluklara rağmen Seyrani yaşama sevincini hiçbir zaman yitirmemiştir. Yoksulluğunu, çektigi acıları, dik kafalı bir ozan oluşuna bağlamak da, pek yanlış olmaz. Seyrani'nin yaşadığı dönemde ülkede de birtakım değişiklikler, yenilikler başlamıştır. Çağdaş okullar açılmaya, yeni mahkemeler kurulmaya başlamış, Ülkeye telgraf gelmiş çesitli yenileşme çabaları gözlenir olmuştur. Bütün bunları Seyrani'nin yakindan izlediğini, halkın üzerindeki etkileri gözlediğini, şiirlerinden çıkarma olanakları vardir. Bu bakımdan Seyrani, kendisinden önceki Ozanlar gibi alışılmış konu sınırlarını aşan, çağdaş olayların, oluşumların içine girmeye çalışan, bunları eleştirel gözle değerlendirmeye yönelen bir ozan olarak özellikle dikkati çekmektedir. Seyrani'nin bu yergici, taşlamacı tavrının yani sıra içtenlikli, duyarlılıklı bir yanı olduğu da görülüyor. Herhalde Seyrani, çağının da tüm halk şiirimizin de üzerinde önemle durulması gereken en güçlü, en ilginç ozanlarından biridir. Güncelliğini yitirmeme başarısını göstererek, diliyle, deyişiyle, konusuyla, ustalığıyla güçlü, saygın bir ozan Seyrani.

Seyrani’nin bazı eserleri Muzaffer Sarısözen ve Dr. Recai Özdil tarafından 17 deyişi derlenmiş ve bestelenmiştir. Bunların en ünlüsü Safiye Ayla, Emel Sayın,Yüksel Uzel gibi ünlüler tarafından icra edilen,

Hüsne mağrur olma ey yüzlü mahim,
Niceler yokuştan inişten geçti,
Sana kar etmedi feryad-i ahım,
Benim ahım Küh-i kesisten geçti gibi.

Kendinden önce gelen halk şairleri arasında özellikle Karacaoğlan’ın etkisi altında kalmış; kendinden sonra gelenleri de geniş ölçüde etkilemiştir.

AŞIK SEYRANİDEN...
























ELLİBEŞTE SENETLERİM YAZDIRDIM
ALTMIŞINDA HER DÜZENİM BOZDURDUM
ALTMIŞBEŞTE KEMİKLERİM EZDİRDİM
BENİ SÜBYANLARA DÖNDÜRDÜN FELEK...

22 Eylül 2006 Cuma

BAD-I SABA

"Ne yanar kimse bana ateşi dilden özge,
Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayri"


der Fuzuli bir beyitinde. İnternette eski türküleri download etmek için köşe bucak gezerken gördüm bu beyiti. Nasıl oldu da gözümden kaçtı dedim ilk önce.Duraksadım okuyunca. Derin bir yalnızlık kokuyordu; buram buram... Belki de insanoğlunun dünyadaki derin yalnızlığını dile getirmek istedi Fuzuli. Kimbilir. Gerçekten güzel dile getirmiş ama hüzünlenmedim desem yalan olur şimdi gecenin yarısında. sonra Bad-ı saba terimi aklımı meşgul etmeye başladı. Eskilerde bizim türkülerimizde çok kullanılan bir deyimdir , bilirsiniz. "Bad-ı saba"

Doğudan esen hafif, hoş rüzgar manasında Farsça edat olup divan edebiyatında en sık rastlanan, genelde sevgilinin nefesini tasvir etmek için kullanılan bir esinti imgesidir. Ayrıca türk sanat müziğinde bir makam olarak göze çarpar bu terim. Neşet Ertaş, Şekip Şahadoğru , Gülşen Kutlu gibi nice türkü duayenlerinin türkülerinde yeretmiş bir deyim olması nedeniyle bu kadar ilgimi çekti.


"Bad-ı sabah benden yare haber et
Vahdetine daldı diye söyleyin
Hatırlayıpta o yar beni sorarsa
Can cananda kaldı diye söyleyin
Yare söyleyin...

Bazan rüzgar oldum estim savruldum
Yanardağında kaldımda yoğruldum
Senelerdir ateşiyle kavruldum
Çiçekleri soldu diye söyleyin
Yare söyleyin..."

diye geçer meşhur bir uzun hava türkümüzün sözlerinde bad-ı saba deyişi.Peki neden sabah rüzgarı deyimi hep acıklı türkülerde kendine yer etmiştir. Kısmen oynak türkülerimizde de göze çarpar ama genelde söylediğim şekilde yer bulur kendine. Benim anladığım ise Sevenin sevdasına yarenlik eden şey sabah rüzgarıdır. Seven, canandan ayrı iken nasıl gözüne uyku girer. Uykusuz geçer geceler. Sabah rüzgarına yarenlik eder işte böyle sevda ateşi ile yanan. Ancak sabah rüzgarının serinliği , aşığa bir nebze ilaç olur, sevdasının hasretini dindirir. Uyku tutmaz gözler nasıl yaren olmasın bad-ı sabaya dostlar? Konu ile alakalı bir söz vardı. Henüz aklıma geldi.

"Şeb-i yeldayı muvakkit ve müneccim ne bilir?
Müptelayı gama sorki: Geceler kaç saattir"

Der yine Fuzuli bir beyitinde. Derin bir sözdür. Anlamı ise:
"En uzun geceyi yada gecelerin uzunluğunu müneccim ve bilimadamları ne bilir. Derde müptela olmuşa sor gecelerin ne kadar uzun olduğunu" şeklindedir. Öz ve bir o kadarda derinlemesine bir beyit. Aşka vurursak burdan hareketle; seven sevdiğinden ayrı iken işte o sevdalı gözler bilir gecelerin kaç saat olduğunu. Bad-ı sabanın da ne olduğunu yine o sevdalı gözler bilir. Yarenlik eden o sevdalıya bad-ı sabadır çünkü. Şu an geri planda media playerınızda çalan parça ise Yukarda sözlerini yazdığım Gülşen Kutlu'nun yorumundan "Bad-ı Saba Benden Yare Haber Et" türküsüdür.Türkü dolu dertsiz geceler dileğimle. Bu gün aklıma nedense bir sürü güzel söz geliyor bu konu ile alakalı.

"Dert ağlatır, Aşk söyletir" derler ya işte öyle birşey sanırım bu benimkisi de. Ve son söz olarak bende bu türkünün sözleriyle bitireyim bu gecelik cümlelerimi:
...
...
...
"Bad-ı Saba Benden Yare Haber Et"

İŞTE BEN BÖYLE BİR AKŞAMDA AŞIK OLDUM.

Gün doğmadan deniz,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında
İçinde bir iş yapmanın saadeti
Gideceksin astı kırıkların çalkantısında
Balıklar ,balıklar yoluna çıkacak karşıcı
Sevineceksin

Dağları silkeledikçe deniz gelecek eline, pul pul
Ruhları sustuğu vakit martıların
Kayalıklarda ki mezar taşlarından birden bir kıyamettir kopacak
Deniz kızlarımı dersin
Bayramlar seyranlar mı
Gelin alayları teller duvaklar akasyalar mı?

Hey ne duruyorsun be
At kendini denize
Geride bekleyenin mi var, aldırma
Görmüyor musun her yanda hürriyet
Yelken Ol, Dümen Ol, Balık Ol, Su Ol
Git Gidebildiğin Yere…

ETERNİTY AND A DAY... (II)































Alexander çocuğu gemiye bindirmeden evvel ondan son bir kelime daha öğrenir.
Tıpkı çocuğa anlattığı hikayedeki kelime satın alan şair gibi…

-Vakit geldi değilmi?
-Argadini…
-Ne dedin?
-Argadini
-Argadini?.
-Anlamı çok geç demek
-Çok geç gecenin derinliğinde.

Ve Alexander öğrendiği kelime karşılığında, çocuğa parasını verir.
Çocuk arabadan iner ve gemiye gidecek olan tıra biner. Alexander çocuğun arkasından öylesine bakakalır.Yine yalnızlığı ile baş başa kalmıştır, yalnızlığını birazda olsa dağıtan o çocuğu yolladıktansonra. Arabasına biner ve şehrin yollarına düşer. Bir kırmızı ışıkta bekler durur öylesine,taaki gün ağarana dek orda kalakalır arabasında. Neler düşünmüştür, neler geçmiştir kafasından kimbilir. Sorgulamaya başladığı şeye devam etmiştir, bir gece boyunca o kırmızı ışıkta arabasının içinde düşünerek. Alexander artık bir şeyleri çözümlemeye başlamıştır. Hayatın gizemine son noktayı koymasına bir nebzelik yol kalmıştır belkide.Son defa sahil kenarında karısı ile birlikte mutlu yıllar geçirdikleri evine gider. Karısının yıllar evvel onayazdığı mektup çınlanır kulaklarında Alexanderin:

-Sana deniz kenarından yazıyorum.Sana yazdıkça seninle konuşuyorum. Bugünü hatırladığımda sanki bütün bedenim tek bir gözmüş gibi bakıyor. Bütün bedenim tek bir elmiş gibi hissediyor.Burda durmuş titreyerek seni bekliyorum. Bugün benim olsun.

Evin balkonundan sahile doğru bakar Alexander. Yıllar önceki o güzel gün hafızasında çok canlı bir şekilde gözünün önüne gelir. Sanki bir kez daha yaşar o günü. Bir kez daha… Karısı ona seslenmektedir. “Alexander Alexander” Sahile giden yolda karısı ona doğru yürümektedir. Alexander de karısına doğru ilerlemeye başlar.

-Anna-Dans edelimmi? Sevmediğini biliyorum. Ama bugün benim günüm.

Anna ve Alexander dans etmeye başlarlar sahile giden yolun ortasında. Dostları, arkadaşları etrafında toplanırlar.Onlarda başlarlar dans etmeye. Bir rüyanın yeni baştan izlenmesi gibidir her şey. Her şey mükemmel güzellikte yaşanabilirliği iledir sanki Alexander için.

-Anna yarın hastaneye gitmeyeceğim. Gitmeyeceğim Anna.Gitmeyeceğim…Yarın için bir plan yapalım. O yabancı bana hep aynı müzikle cevap verecek. Ve bana sözcük satacak biri her zaman olacak. Yarın . Yarın ne kadar Anna. Bir seferinde yarın ne kadar sürer diye sormuştum.Sende demiştinki:
-Sonsuzluk ve birgün kadar.
-Seni duyamadım ne dedin?
-Sonsuzluk ve bir gün kadar…
-Anna. Anna….Bu gece bende öbür tarafa geçiyorum. Sana geri getirdiğim sözcükle birlikte geleceğim Anna.Geleceğim. Geleceğim…Her şey gerçek. Ve her şey bekliyor. Gerçek için.Benim küçük çiçeğim. Yaban. Benim küçük çiçeğim. Gerçek için….Gerçek için…
Gerçek…

Ve Alexander deniz kıyısına doğru yürürken dudaklarının arasından işte bu kelimeler dökülmektedir. Dalgaların savurduğu denizde ufka doğru bakar Alexander. Ve son defa Annanın sesi duyulur:

-Alexander Alexander… Alexander….

ETERNİTY AND A DAY...




































Orginal ismiyle: Mia aioniotita kai mia mera...

"Yarın ne kadar sürer diye bir soru sormuştum Anna ,hatırladın mı?"

Film ,çok kısa bir ömrü kaldığını öğrenerek sahil kenarındaki evini terketmeye hazırlanan ödüllü yazar Alexander'ın , karısını, annesini ve eski günleri hatırladığı geri dönüşlerle geçirdiği evindeki son gününü anlatır. Eşyalarını toparlarken, uzun zaman önce ölen karısı Anna'nın yazdığı ve 30 yıl önceki mutlu bir yaz gününden söz ettiği bir mektup bulan Alexander geçmişi ile şimdiki zaman arasında mistik bir yolculuğa başlar.O gün Alaexander tesadüfen, Arnavutluk’tan kaçak gelmiş 10 yaşlarında bir sokak çocuğu ile karşılaşır; onunla birlikte geçirir bu son günü. Çocuk Yunanca bilmediğinden, bölük pörçük bir dille birbirlerinin acılarını paylaşırlar.

Alexander çocuğa, İtalya’da doğan bir Yunanlı şairin hikayesini anlatır . Şair Osmanlı-Yunan savaşının sürdüğü yıllarda annesini rüyasında görür, annesi onu adasına geri çağırmaktadır.Bu çağrı üzerine adasına geri dönen şair burada yoksulluk açlık ve felaketle karşılaşır. Şair Yunanlı olmasına rağmen ,İtalya’da doğup büyüdüğü için tek kelime yunanca bilmemektedir.Kendi adasında, kendi insanlarının arasında olmasına rağmen , onların dilini bilmediğinden konuşmalarını anlamamakta ve konuşamamaktadır. Bir taraftan savaş sürmektedir. Herkes, herkes özgürlük için elindekiyle avucundakiyle direnmektedir.

”Bir şair” der Alexander....”ne yapabilir ki? “Özgürlük şiiri yazmak gelir aklına...içi kavrulur.” bu şiiri yazmalıyım; benim de katkım bu olmalı.” diyen şair bilmediği bir dilde şiir yazmak için kelime satın almaya başlar. Kısa bir süre içinde adada, garip bir şairin kelimelere para verdiği yayılır, herkes gelip bir kelime satar şaire. Alexander’ın çocuğa anlattığı hikaye bu şekildedir.

Eleni Karaindrou’nun harika müzikleri eşliğinde görsel bir şölene dönüşen filmin (An Eternity and a Day – sonsuzluk ve bir gün ) finalinde, son geri dönüş sahnesinde ,Alexander çoktan ölmüş karısıyla konuşur.. Bir deniz kıyısında, yağmur altında dans ederler. Alexander hastaneye yatıp yatmamak arasında bir ikilem geçirmektedir o son gününde: tedavi olmak veya olmamak. o sahile geldiğinde, karısını görür görmez kararını verir; “yatmayacağım Anna” der, “yanına geliyorum... bir gün , Anna..” der.... “ bir gün ne kadar sürer? Yo..yo.. hayır....yarın.....yarın ne kadar sürer?” O müthiş diyalog aynen şu şekilde cereyan eder :

-Yarın ne kadar sürer diye bir soru sormuştum Anna ,hatırladın mı?

-Sonsuzluk ve bir gün kadar.

-Duyamadım?

-Sonsuzluk ve bir gün kadar..

Alexander “hayatı sorgulamaktan “ kendi hayatını yaşayamamıştır. Son saatlerinde yarın hiç olmayacakmış gibi “ bugünü “yaşamaya karar verir ama gece bitip gün doğduğunda , bunun için değil bir gün ,sonsuzluğun bile yetmeyeceğini anlar.Bu an mı? Yoksa bugün mü? Yoksa yarın mı?......Bunların hangisini yaşayamalıyız diye düşünmenin,hangisini yaşıyorsak bir diğerini yaşamanın doğru olup olmadığına kafa yormanın ne anlamı var?Yaşamamız gereken tek şey “hayat” tır..Nerede,nasıl yaşamaya ihtiyacımız varsa,kendimizi nasıl mutlu hissediyorsak,insan gibi hissediyorsak,tüm duygularımızla yaşamamız gereken hayat...Bizden geriye sadece acısı tatlısıyla hatıralarımız kalacak. Yarının kaygısıyla , geçmişin verdiği acı ile bugünü de zehir edersek kendimize bizden daha zararda olan bir insan yoktur yeryüzünde. Eternity and a day ile birbirine çok benzettiğim bir diğer eser varsa o da mutlaka "Gün uzar yüzyıl olur" isimli romandır. Cengiz Aytmatovun bu romanı hakkında daha önce blogun bir köşesine birşeyler karalamışımdır. Sonsuzluk ve birgün ; yada Gün uzar yüzyıl olur.... Aslında öz olarak aynı şeyin farklı şekilde dile getirilmesi gibi geliyor bana. Zaman hani izafi bir kavramdır derler ya. Ona misillemedir aslında bu iki eser. Zamanın izafiliğini ve yer yer alçaklığını , tüm çıplaklığı ile ortaya koyabilmiş nadir ve bir o kadar da harikulade iki eser. Hiç düşündünüzmü peki siz? Bir gün aslında kaç saattir yada gün neden uzayıp yüzyıl olur? Hiç bu ikisini yaşadığınız bir zaman dilimi oldumu bugüne kadarki yaşadığınız hayatın içerisinde? Gün neden uzayıp yüzyıl olur yada Sizce yarın ne kadar sürer?

Son olarak bu mükemmel filmin en mükemmel kısmı olan Eleni Karaindrou imzasını taşıyan soundtracklerinin download linkine geldi sıra. Zevkle dinleyeceğinizi umuyorum. Hatta iddia ediyorumki tiryakisi olacaksınız.

http://www.hemenpaylas.com/download/482244/Eleni_Karaindrou.rar.html